Millet istemiş”, getirmişler. Bozdağ, tek tip kıyafet uygulamasını böyle açıklıyor.

Son iki KHK ile ‘millete’ sınırsız yargı muafiyeti getirilirken, halkın savunma hakkından kalan da sessiz sedasız elinden alındı.

Hangi haklar?

Yargı güvencesinin son kırıntısı diyebileceğimiz, avukat bulundurma hakkı.

Ya da kanun önünde eşitlik ilkesi.

Adil yargılanma hakkı ve adil yargılamanın olmazsa olmazı: Delil zincirinin korunması.

Nasıl mı?

696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 92. maddesiyle, tahliyeye ret kararına itiraz edilebilme, tahliye kararına da itiraz edilmesine olanak sağlanacak şekilde genişletilmiş. Yani, Cumhurbaşkanı’na hakaretten yargılanan bir kişi tahliye olduğunda, şikâyetçi taraf bu tahliyeye itiraz edebilecek, örneğin. Şikâyetçinin kim olduğu düşünülürse, tahmin edin, bu itirazın sonucu ne olur?

Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda yapılan diğer değişiklik, delil zincirinin korunmasıyla ilgili. Delillerde oynama yapılmaması için polisin, el konulan postayı açma hakkı yoktu (delil sayılan postalar, savcıya teslim edilmeliydi). CMK’nin 129. maddesinde yapılan değişiklikle, polisin delillere ulaşmasının yolu açıldı.

Artık telefon dinleme, telefon sinyalinden yer tespiti, telefonlara el konması, servis sağlayıcıdan iletişimin tespiti veya dinleme cihazı yerleştirilmesi izni, arama ve el koyma, izleme, dinleme, görüntü alma gibi CMK’de düzenlenen, yani kanunla düzenlenen tüm eylemler, yeni KHK ile artık yönetmelikle düzenlenecek. Yönetmelik henüz hazırlanmadı ama gidişata bakılacak olursa, özel hayatın gizliliği veya kişisel verilerin korunması haklarını da çöpe atabiliriz.

Yargılamada avukat bulunması zorunluluğu da CMK’nin 188. maddesinin değiştirilmesiyle kaldırıldı. Artık avukat duruşmaya gelmediğinde, başka bir avukat bulunması ya da atanması beklenmeden duruşma devam edebilecek. Savunma hakkı da çöpe (Dün siyasi bir davadan yargılanan Ahmet Şık’ın siyasi savunma yaptığı için duruşmadan atılmasıyla, sanığın bulunması gerekliliği de fiilen ortadan kalkmıştı gerçi).

Yargılamada, suçlamanın, sanığın yüzüne okunması zorunluluğu da kaldırıldı. Artık savcı veya hâkim, suçları, sorgu tutanaklarını, ifade tutanaklarını veya keşif tutanaklarını duruşmada okumayacak, ‘anlatacak’. Yargı mensubunun o günkü ruh haline ya da anlatım gücüne bağlı olarak, hakkınızdaki delilleri veya suçlamayı öğreneceksiniz.

Hukuka aykırı yargılandığınızda da temyize gidemeyeceksiniz (Dedim ya, yargılamanın ABC’si değişiyor).

Yargılama boyunca savunma hakkınız kısıtlanmışsa ya da hakkınızda verilen kararın gerekçesi yoksa, üst mahkemeye itiraz edebiliyordunuz. KHK’nin 98. maddesi ile artık edemiyorsunuz, mahkeme de sizinle ilgili verdiği, örneğin müebbet cezasına bir gerekçe yazmak zorunda değil. Verdim gitti, olacak.

Aynı şekilde, 10 yıldan fazla hapis cezalarında Yargıtay’da görülen davalarda duruşma yapılması da hâkimin isteğine bağlandı, ‘uygun görürse’ duruşma açacak, uygun görmezse, hakkınızdaki birkaç sayfalık dosyaya bakıp sizi 25 yıl hapse mahkûm edebilecek.

Bardağı taşıran son damla da ‘tek tip’ kıyafet. Kanun önünde eşitlik ilkesi de böylece çöpe gitti.

Eh, Guantanamo hukukuna da bu yakışırdı.