Kanal İstanbul konusundaki ısrar gösterdi ki, iktidar bloku Erdoğan arkasında hizalanmak dışında hiçbir seçeneğe sahip değil. Erdoğan söylüyor, bakanından Bahçeli’sine diğerleri papağan gibi tekrarlıyor. 2019 yerel seçimlerinde İstanbul’u kazanmayı beka meselesi haline getirenler, neden Kanal İstanbul’dan zerre kadar bahsetmedi diye yandaşlar arasında soran yok. Madem bu kadar güçlü bir kozdu, her derde deva bir projeydi, iktidarın adayı Binali Bey’in “yapacağız da yapacağız” inadından haberi yok muydu mesela? Haydi, 31 Mart öncesi nasıl olsa kazanırız deyip sustular, kaybedip tekrarlattıkları seçimde niye konuşmadılar, niye Kanal’ı meydanlarda anlatmadılar?

Bu ülkede yaşayan herkes Kanal İstanbul’un bunca sene sonra gündeme gelmesinin 23 Haziran’ın bir rövanşı olduğunu biliyor. Üstelik akıl ve izan sahibi olanlar, projenin iktidarın son çırpınışına dönme ihtimalinin de farkında. Erdoğan’ın toplumsal tepkiyi özenle kaşıması hâlâ eski stratejilere bel bağlamasından kaynaklanıyor. Fakat Kanal üzerinden iktidar tabanını konsolide edip, kan kaybını durdurmaya çalışmak olmayacak duaya amin demekle eş. Ekonomik göstergeler bu haldeyken, geçim sorunu alıp başını gitmişken, üç gençten biri işsizken, 2010’ların gözde taktikleri bugün tutmaz.

Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni hedef alan her adımında Başkan İmamoğlu’nu kendisiyle emsal konuma çıkarıyor. Bu durum İmamoğlu’nu cumhurbaşkanlığı seçimlerinde rakip olarak görmesinden mi, yoksa İstanbul’u yönetme alışkanlığından vazgeçememesinden mi kaynaklanıyor orası meçhul. Muhtemelen cevap her ikisi de… “En küçük ayrıntısına kadar her şeye ben karar veririm” tavrı açık bir biçimde seçmeni yok sayma konusunda bir geleneğe dönüşüyor. Çeyrek asır önce belediye başkanıyken valiliğe bile itiraz eden, “Kenti seçilmiş başkan yönetsin” diyen Erdoğan fırsat bulsa belediye başkanlığını kaldırıp Saray’da bir büroya çevirecek.

İmamoğlu’nun ve genel manada muhalefetin Kanal İstanbul konusunda çetin ceviz çıkması Saray’daki hesapları altüst etti. Muhalefet gücünü gösterecek, demokratik tepkiyi örgütleyecek yeni bir mecra buldu. Bu alan şüphesiz 16 Nisan Referandumu’ndan, yerel seçimlere dek son yıllarda birikmiş tecrübeyi içeriyor ve muhalefet arasındaki bağları yeniden örüyor. Gündelik yaşamda kurulan somut ilişkiler, siyasetin tepesinde inşa edilenden çok daha kıymetli. O nedenle Demirtaş oyununu izleyen eşlere yönelik güdümlü tepki terse dönüyor; İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’ni yıpratalım, ittifak nasıl olsa çatırdar tezi düşüyor.

Belediye başkanı transferine yönelik mizansen de aynı şekilde, iktidar için güç göstereyim derken, acizlik alametine dönüşüyor. Yerel seçim öncesinde aday gösterilmeyen AKP’li ve bir kısım MHP’li belediye başkanı, partilerinden istifa etmişti. O günlerde Erdoğan, “Bu trenden inen, bir daha binemez” diyordu. Şimdi bağımsız olarak ya da başka partilere gidip seçilmiş belediye başkanları alay-ı vala ile trene davet ediliyor. Vaat ve tehdit arasında ikna edilen belediye başkanlarına tek tek rozet takılıyor. Ama bu adımların İstanbul ve Ankara’nın kaybını hafifletmediği aşikâr… Birçok önemli büyükşehir muhalefete geçmişken ilçe ve belde belediyesi transferiyle bu yenilginin üstünü örtemezsiniz.

Erdoğan’ın eninde sonunda tökezleyeceğini düşünen kimi AKP’liler, Erdoğan sonrası döneme dair hazırlıklarına hız verdi. Rejim tek adam rejimi olunca veliaht kavgasının kızışmasından doğal bir şey olamaz. Nitekim İçişleri Bakanı, damat ve Binali Yıldırım arasında adı konmamış bir mücadele var. Üçü de kendisini aileden görüyor. Taraflar birbirlerinin adamı olarak bildiklerini musluğun başından uzaklaştırmak için her yolu deniyor. PTT’nin Varlık Fonu’na devredilmesinden sonra Yıldırım’ın kadrolarının tasfiye edilmesi onlarca örnekten yalnızca biri... O cenahta belli ki işler çok karışacak, MHP’lilerin bu süreçte nasıl bir pozisyon alacağı ise muamma.
İktidar artık içeride de dışarıda da oyun kurucu değil. Kanal İstanbul ya da Libya krizi gibi kimi günlük vakaları ömrünü uzatmak için fırsata dönüştürmeye çalışıyor o kadar. Tarikat kapılarında gezinip şeyhlerle fotoğraf vermenin, yurttaşların hayatlarını dine göre kısıtlamaya çalışmanın, çılgın projelerle göz boyamanın zamanı çoktan geçti. Bu nedenle Türkiye siyasetini havanda su dövme mesaisinden kurtarmak gerek. Yeniyi inşa edebilmenin yolu vasatın aklı esir eden tembelliğinden kurtulmakla mümkün.