Cumhurbaşbakanımsı ile Başbakanımsı, Kobane protestolarını bahane ederek bir dizi yasa çıkarmak istiyor

Cumhurbaşbakanımsı ile Başbakanımsı, Kobane protestolarını bahane ederek bir dizi yasa çıkarmak istiyor. Bu antidemokratik yasaları haklılaştırırken kullandıkları argümanlar, “güvenlik”, “özgürlük ve güvenlik dengesi”, “vandallıkla mücadele”, “terörizmle mücadele”, “vandallık” gibi kavramları kullanıyorlar.

Genellikle de bu konuşmalarında yakılan okulları, işyerlerini, öldürülen yurttaşları örnek veriyorlar. Hem de utanmazca, sanki bu eylemler şimdiye kadar serbestmiş gibi açıkça yönlendirme yapıyorlar. Bunları dinleyen birisi zannederki, yüzünü kapatarak gösteriye katılmak, molotofla araç yakmak, adam öldürmek serbest!

Bu kirli propagandayı yaparken iki şeyi gözlerden kaçırmaya çalışıyorlar. Öncelikle protestoculara karşı olarak sokağa çıkan ellerinde palalar, pompalı tüfekler, sopalar bulunan kendi destekçilerine tek bir laf etmiyorlar. Gezi sürecinde kuytularla pusu kurup gençleri linç eden eli sopalılar seviye atladı ve “Kininin ve dininin takipçisi” gençliğin para-militerleşmesi sürecinde tehlikeli bir eşik daha aşıldı. Bu kitleye tek bir laf etmediler. Kobane gösterilerinden çok önce başlayan okul kundaklama eylemlerini, sanki Kobane gösterileri ile başlamış gibi göstererek, “pazarlık/çözüm süreciyle” bağını maskelemeye çalıştılar, Atatürk heykellerine yapılan saldırıların, bu ülkenin barışı için büyük bir tehdit olduğu çok açık iken doğru dürüst eleştirmediler bile.

Diğer gözden kaçırmaya çalıştıkları ise daha vahim; Özellikle MİT yasası ve internet özgürlüklerini kısıtlayan yasalarla zaten çok yaygın olan dinleme, gözetleme, fişleme, takip sistemini iyice genişlettiler. Buna rağmen meydana gelen olaylara engel olmak bir yana -şaibeli birkaç vaka hariç- doğru dürüst açığa çıkarılan yok. Yine şiddete bulaşmamış üniversite öğrencileri ve yurttaşları göz altına aldılar. Ne dış mihrak çıktı ortaya, ne de provokasyon odağı.

Hiç şüpheniz olmasın birkaç gün süren bu olaylar bunca “izleme gözetleme imkânına” rağmen bu aşamaya gelmişse, ya göz yumulmuştur ya da bizzat örgütlenmiştir. Tam da 6-7 Eylül olaylarını “muhteşem bir organizasyon” olarak sahneye koyan bir gelenekle, “3-5 roket attırıp” bu bahane ile Suriye’ye girmek üzerine zihin jimnastiği yapan bir Başbakanımsının yapacağı bir iş! Üçüncü alternatif var ki belki de en vahimi; birilerinin oyuncağı olmuş kifayetsiz muhterislerin neden olduğu olaylar.

Şimdi bu olayları bahane ederek özgürlükleri kısıtlayan yasalar çıkarmak istiyorlar. Ben ipucunu daha önce vermiştim; Eğer hükümet güvenliği sağlayacağız diyorsa bilin ki daha az güvendesiniz!

Eğer özgürlüğünüzü arttıracağız diyorsa bilin ki, özgürlük alanınız daralacaktır!

Gerçi komik savunmaları da yok değil. İşte birisi yasa teklifini savunurken; “Dolayısıyla bu bir geri adım değil, 2004’te yine kendimizin yaptığı düzenlemeye geri dönülüyor” diyor. Yani 10 yıl da olsa geriye dönüşte sorun yok, yeter ki geri adım atma!

Şimdi “güvenlik-özgürlük” dengesi denilerek vahşi bir izleme, dinleme, fişleme ve keyfi gözaltılara yol açacak bir dizi yasa çıkarmaya çalışıyorlar. Aynısını 11 Eylül olayları sonrası küresel ölçekte yaşamıştık. Avrupa Birliği’nde terörle mücadele adı altında çıkarılan on bir yasanın altısı çok önce planlanmış ve dördü hazırlanmaya başlanmıştı. Hatta İngiltere’de bir danışmanın, 11 Eylül saldırısından saatler sonra, meslektaşına şöyle bir mail attığı ortaya çıkmıştı: “Bugün almamız gereken tüm önlemleri sessiz bir şekilde tekrar gündeme getirmek ve kabul etmek için çok iyi bir gün”.

ABD de ise, Vatanseverlik Yasası (Patriot Act) gibi anti-terör amaçlı yasalar yurttaşların özgürlüklerini kısmaktan başka bir işe yaramadığı gibi, -sözde- engellemeyi hedeflediği eylemleri dünya çapında daha da arttırdı.

Bu “güvenlik fetişizmine” prim vermeyelim. Bunların derdi ne bizim güvenliğimiz ne de özgürlüğümüz.

Amaçları kendi güvenliklerini ve çalma özgürlüklerini sağlama almak!