Öncelikle şunun altını çizelim: Hiçbir medya kuruluşunun birilerine seçim kazandırmak ya da kaybettirmek gibi bir derdi olamaz. Medyanın işi “hakikati” ortaya koymak. O hakikat insanları birilerine oy vermeye ya da vermemeye ikna edebilir ama bu gazeteciyi ilgilendirmez. En azından ideali bu. Ben bu ideale tutunuyorum. Buna karşılık “sen karşında ne olduğunun farkında bile değilsin hadi […]

Öncelikle şunun altını çizelim: Hiçbir medya kuruluşunun birilerine seçim kazandırmak ya da kaybettirmek gibi bir derdi olamaz. Medyanın işi “hakikati” ortaya koymak. O hakikat insanları birilerine oy vermeye ya da vermemeye ikna edebilir ama bu gazeteciyi ilgilendirmez.

En azından ideali bu. Ben bu ideale tutunuyorum. Buna karşılık “sen karşında ne olduğunun farkında bile değilsin hadi oradan naif!” diyecekler çıkacaktır. Olabilir, sağlık olsun. Ben şahsen, bu ülkenin medyasının kurtuluşunun emek emek inşa edilecek bir itibar stratejisinde olduğunu düşünüyorum. “Şimdi sırası değil”i de bir mazaret olarak görmüyorum. İki hafta önce yazdığım yazıda bu itibar meselesine yerim yettikçe değinmiştim. O yazının son paragrafında, gazetemizin de içinde bulunduğu bağımsız medyaya, “benim zaten itibarım var” kibrine kapılmadan, bir itibar stratejisiyle hareket etmesini önermiştim. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda, önce yukarıda savunduğum ilkeyi şerh düşerek, hangi medyanın kazandırmayacağı ve hangisinin kaybettireceği sorusunu cevaplamaya çalışacağım.

HANGİ MEDYA KAYBETTİRDİ?

İktidar partisinin Ankara, İstanbul ve pek çok büyükşehri kaybetmesinin arkasında yatan sebeplerden birinin de “medyası” olduğunu artık açıkça görüyoruz. Bu illerde muhalefetin adaylarına karşı yapılan kara propaganda ters tepti. Özellikle Ankara’da Mansur Yavaş’ın üzerindeki medya baskısı tam tersi bir sonuç çıkardı. İktidar medyasının seçim zamanı stratejisi “saldırganlık” üzerine kuruluydu ve bu ikna edici olmadı. Öyle olmadığı gibi okuru / izleyiciyi uzaklaştırdı. Özellikle Doğan Holding döneminde -bir yanılsama da olsa- “ortada” duruyormuş gibi bir algı yaratan medya organlarının, Demirören döneminde çok kötü yönetilerek bu algıyı hoyratça harcaması izleyiciyi kaçırdı. Tek tek örneklere girmeyeceğim ama şu anda toparlamaya çalıştıklarını seziyorum. Daha ötesinde yandaş medyanın da strateji değişikliğine gideceğini tahmin etmek zor değil, bu yönde duyumlar da var. Yansımalarını hep birlikte göreceğiz.

HANGİ MEDYA KAZANDIRMAZ?

Bağımsız medyadaysa, İstanbul seçiminin iptalinden sonra aksi yönde bir hareket başladı. Haksızlığa uğramanın, mağdur olmanın sağladığı motivasyon, bağımsız medyanın ses tonunu yükseltti. Başka örnekler de gördüm ama birine ve en tehlikeli olanına özellikle değinmek isterim. Seçim iptali kararının sonrasında bazı ünlü isimler, haksızlığa uğradığını düşündükleri Ekrem İmamoğlu’na “her şey çok güzel olacak” sloganıyla destek mesajları yayınladı biliyorsunuz. Kimi isimler de sessiz kaldı. İşte OdaTv’nin “Her şey çok güzel olacak diyemeyenler de var” başlığıyla verdiği ve bazı ünlüleri isim isim sayarak teşhir ettiği haberden söz ediyorum. Bu dil maalesef “iktidar medyası”na kaybettiren hoyrat dilin izdüşümü. Medyanın seçim kazandırmak, kaybettirmek gibi bir derdi olmamalı dedik ama başkanlığının haksız yere elinden alındığına inandığım Ekrem İmamoğlu’nun seçimi önde bitirmesini sağlayan kucaklayıcı dilin de tam tersi. Kaldı ki, gazeteci için birilerinin birilerini desteklememesi tek başına haber değildir. Birileri, birilerini destekler bu destek karşılığındaki haksız çıkar elde eder o ayrı. Siyasi kutuplaşmanın sağladığı alanı fırsat bilerek, okuru domine edecek, kuşkusuz fazla tık alacak ve konuşulacak bu tarz haberlerin zararı faydasından büyük. Bunu zamanla göreceğiz. Bu ülkede işleyen, gelir modeli olan hiçbir odağa bağlı kalmayacak bir medya inşa edeceksek ancak “itibar stratejisi” çerçevesinde inşa edeceğiz. İktidar medyası, bağlı olduğu kaynaklara güvenip kutuplaştırıyor ve sertliğe çağırıyorsa, onun karşısına gönüllü yazılmak kime kazandırır iyi düşünmek gerek.

Bu ülkenin, okurundan başka kimseye sorumluluk hissetmeyecek, gelir modeli sürekli olacak bir medyaya ihtiyacı var. Bunun için hem gazetelere (gazetecilere) hem de okuruna / izleyicisine iş düşüyor. Okura düşen iş, medya okuryazarlığı bilinci edinmek ve kendi medyasını denetlemek. O da ancak medya okuryazarlığı eğitimleriyle mümkün. Eğitim sisteminden ümidi kestiysek, yerel yönetimlere ve sivil inisiyatiflere düşen görevler var bu konuda.