“İmparatorlukların mezarlığı” Afganistan, şimdi ABD’nin kaçışını izliyor. Bu kez terk edenler de diğerleri gibi geride yıkılmış bir ülke bırakıyor.

Çatışmaların artmasıyla Taliban’dan ve savaştan kaçanların çoğalması, tepkiyi, Türkiye sınırından giren mültecilere yöneltti. Kendilerinden neredeyse işgalci bir topluluk olarak bahsedilen mülteciler hakkında “maaş aldıkları” gibi hurafeler de ayyuka çıktı.

Peki, gerçek ne? Afganistan’dan Türkiye’ye gelenler maaş mı alıyor? Kendilerine özel ayrılmış evlerde mi konaklıyorlar? Hastanelerde bedava mı tedavi oluyorlar? Ve en önemlisi, buraya güvenle getirilip bırakılıyor mı?

“Bizi bir yurt odasına koydular, herkesin yanında kendine kadar suyu ve yiyeceği vardı, kimse birbirine yardım etmedi. Yolculardan birinin suyu bitmişti, ağlayıp yalvararak su istedi, verdik. 14 saat yürüdükten sonra yola ulaştık, kaçakçımız bizi kamyonla Van’a getirdi.”

Göç Araştırmaları Derneği’nin (GAR) Mart-Aralık 2020 döneminde İstanbul’un çeşitli ilçelerinde yürüttüğü araştırma projesi kapsamında hazırladığı “İstanbul’un Hayaletleri: Güvencesizliğin Kıyısında Afganlar” raporunda, Afganların İstanbul’a gelişlerini ve buradaki hayatlarını anlatıyor.

27 yaşındaki evli, çocuklu Fatima da onlardan biri, terzide çalışıyor. Kocası ve çocuklarıyla 2018 yılında İstanbul’a geldiler, hepsi kayıtsız. Başka bir Afgan aileyle, iki odalı bodrum katını paylaşıyorlar: “İstanbul’a günler sonra varınca uzun süre ev aradık ama bulamadık. Kayıtlı olduğu için ev kiralayabilmiş bir Afgan ailenin yanına yerleştik. İki odalı bodrumda 6 kişi kalıyoruz, ev çok eski böcekler ve kurtlar var, ilaçlattık ama kurtulamadık. Çocuğumun cilt hastalığı çıktı. Ama burada yaşamaktan başka şansımız yok. Bazen kirayı geciktirince ev sahibi gelip bize bağırıyor, bize süre vermesini istiyoruz. Problem yaratmak istemiyoruz, polisi arayıp bizi kolayca sınırdışı ettirebilir.”

27 yaşındaki Kemal de Peştun, 2019’dan beri Türkiye’de, inşaatta çalışıyor: “İş bitmeden mesaiyi bırakamıyoruz. İş 10 saat sürüyorsa, 8 saat sonra mesai bitti diyemiyoruz, yani. Çünkü işveren işi bitirmeyince yevmiyemizi vermiyor. Hiç para alamamaktansa 10 saat çalışmayı kabul ediyoruz. Bize en zor işleri veriyorlar, Türk değilseniz en zor iş sizdedir. Türk çalışanlar günlük 180-200 lira alıyor, biz en fazla 150. Çalışırken parmağım yaralanmıştı, doktora gittim, tedavi etmedi. Eve gelip plastikle sardım.” 25 yaşındaki Osman da Tekirdağ’daki bir tavuk çiftliğinde 5 ay çalışıp hiç maaş alamayanlardan.

Seyfullah, daha 15 yaşındayken bu kölelik şartlarıyla karşı karşıya kaldı: “Bir arkadaşım Denizli’de iş buldu, aylık 3 bin lira maaşa anlaştık, 10 kişi 3 ay çalıştık ama hiç para ödenmedi, bir kuruş bile… 3 ayın sonunda patron bizi bir köye götürdü, burada paramızı vereceğini söyledi, bizi bırakıp ortadan kayboldu, Türkçe de bilmiyorduk, patronu bir daha hiç görmedik. Burada çalışırken elim kırılmıştı, doktora gidemedim. Elimi yumurtayla sardım ama iyileşmedi, iki ay sonra özel hastaneye gittim, 700 lira ücret ödedim. Sonra başka hastalıklarım da oldu ama doktora gidemedim. Sonra Afyon’da çobanlık yaptım, orada da hiç para alamadım.” Seyfullah şimdi İstanbul’da tekstil atölyesinde çalışıyor.

Kemal’in de inşaatta çalışırken parmağı kesilmiş: “Hastaneye gittim. Doktor beni tedavi etmek istemedi, ‘ülkeme ihanet etmek istemiyorum’ dedi. Ben de ‘Ülkene ihanet etme o zaman, hayrına yap’ dedim, yapmadı. Tedavi olamadım, 2,5 ay evde oturdum, çalışamadım. Neyse ki Allah bizi koruyor. Hasta olsak geçinemeyiz. Burada kayıtsız yaşıyorsan paranı alamazsın. Diğer işçilere göre çok daha az kazanıyoruz, sigortamız da yok. Polise de gitsen ilk sorduğu şey kimliğin oluyor. O yüzden polise de gidemiyoruz.”

Ve tabii durumdan en kötü etkilenenler yine kadınlar. Fatima hamile kaldığında sorunları katmerleniyor: “Sigortamız yok, devlet hastaneleri bizi kabul etmiyor. Hamile olduğumu öğrenince muayene olmak için özel hastaneye gittim, 600 lira ödedik. Ondan sonra hiç doktora gidemedim. Doğum yapmanın 5 bin lira tuttuğunu duydum, nasıl öderiz bilmiyorum, çok endişeliyim.”

Tam da raporda tanımlandığı gibi, “hayalet” olarak yaşıyorlar. Hiç kimsenin kendi iradesiyle seçmeyeceği bir hayat.