“İdeal yaşam” betimlememiz uzun zamandır orta sınıf konformizmi ile günü kurtarmak üzerine kurulu. Tepkilerimiz anlık, genellikle saman alevi gibi yanıp sönen bir karaktere sahip. Üstüste yığılan yakıcı gündem maddelerine dair çetele tutmak bile zorlaşıyor bugünlerde. Sadece birkaç yıl öncesinde olup bitenlere ilişkin değil daha birkaç gün önce yaşadıklarımıza ait bilgiler, bağlantılar kayboluyor zihnimizde. Hafızamızı, irademizi, umudumuzu ve en nihayetinde canımızı yitiriyoruz. Hal böyleyken bütünlüklü analiz yapmak ve etkin bir siyasi duruş örmek yerine kendi mevzimizi savunmanın ötesine de geçemiyoruz. O ‘mevzi’ de biz fark etmeden günbegün daralıyor aslında.

Türkiye toplumunun neden büyük katliamlar ve saldırılar sonrasında dahi yasını birlikte tutamadığını merak ediyoruz. “Milli birlik ve beraberlik” kalıbından çıkanların ‘ortak tepki’ vermekteki başarısızlığını anlamaya çalışıyoruz. Onlarca insan yaşamını kaybetmişken köprü açılışından nasıl haz duyulduğunu çözmeye gayret ediyoruz. Dün ak dediğine bugün kara diyen muktedire iman tazelemenin hangi koşullarda mümkün olduğunu tahlil etmek istiyoruz ama vardığımız nokta çok başarılı değil.

Kıyımlar ve katliamlar üzerine kurulmuş bir ‘müesses nizam’da herkes kolektif suçları gerekçelendirmek ya da unutmak, failleri ötekileştirmek ve kurbanları anonimleştirmek zorundadır. Hiç kimse suçunu itiraf etmez; sorumluluk almaz. Sahip olduğunu ya da temsil ettiğini düşündüğünü kaybetmenin maliyetine katlanmaz. Siyasi tercihi de elde ettiklerini koruma dürtüsü ile şekillenir. Bu kimi zaman muhalif diye tasfiye edilen bir emekçiden boşalan işe konmak, kimi zaman da Panama belgelerinde deşifre olup ‘servet barışı’ ile aklanmaktır. Çoğunlukla güncel kaygılar, siyasi projelerden ve ilkelerden çok daha önemlidir. O nedenle Rus jeti düşürmekten “büyük ve güçlü Türkiye” çıkaran memleket esnafı, Rus turist bulamayıp yemsiz kalınca Rusya’dan özür dilenmesini “siyasi başarı” olarak kutlayacak kadar omurgasızdır. İslam kardeşliği naraları atıp Davos’ta “one minute”lik şovdan “dünya lideri” yaratanların bugün Mavi Marmara için “dönemin başbakanına mı sordular” diyen aynı şahsı alkışlaması çelişki yaratmaz. Ne de olsa devlet yönetmek “sorumluluk ve feraset” ister! Kimsenin bugüne kadar yaşanan insani ve iktisadi kaybın faturasını sormaya da mecali yoktur. ‘Bundan sonra düzelsin de giden gittiği ile kalsın’ tavrı iliklere kadar işlemiştir.

Köprü açılışındaki gösteride yerini alanlara, havalimanı saldırısını “terörle mücadele” kararlılığının “bedeli” olarak tanımlayanlara, krizden fırsat çıkarmak düsturu ile saldırı sonrasında müşteri kazıklayanlara, İsrail ve Rusya cephesindeki reelpolitik tornistanı “normalleşme” olarak kutsayan paralı kalemşorlara diyecek çok fazla söz yok. İHH’yı “yerli ve milli olmamakla” itham eden zevat yarın Saray-İHH işbirliği bir başka proje ortaya çıkarsa hemen kendilerini kahraman ilan ederler, hiç şüpheniz olmasın.

Ya Saray’a ve AKP’ye muhalif olduğunu beyan edenler? Saray’ın makas değişikliğini eleştireyim derken Mavi Marmara’dan “kahramanlık” çıkaranlar? Rusya ile yaşanan kriz sonrasında Putin’in Erdoğan’ı köşeye sıkıştırmasına umut bağlayanlar? Cemaat-AKP savaşına ya da AKP içindeki olası kırılmalara odaklanıp seyirci konumuna düşenler? İkna edici bir siyasi argüman geliştirmeden, tabandan değişimi hedeflemeden dış politika oyunlarından medet umanlar? Orta sınıf konformizmi ile edilgen muhalif hayallerinin kesiştiği noktadır burası. Kolaycı muhalefettir; bildiğiniz kendini kandırmadır, sinizme teslimiyettir.

Saray-AKP bloku devletleştikçe ‘devlet reflekslerini’ kazanmıştır. Önce bunu görmek gerekir. Devlet aklı, hem içeride hem dışarıda savaşın sürdürülemez olduğunu görmüştür. Beklenen dışarıda zoraki barışmanın genişlemesi, içeride muhaliflere yönelik baskının derinleşmesidir. Veli Küçük’ün protokole geri döndüğü, taşeron cihatçıların kol gezdiği bir ülkede ‘baskı’nın boyutlarının ne olacağı da tahmin edilebilir.

O yüzden hayatta kalmaya mecburuz, hayatta kalmak için örgütlenmeye mecburuz. Evet bu topraklarda yaşayanlar en basit ilk yardım tekniklerini bile bilmez doğrudur; ehliyet alırken bile ilk yardım sorularına motor dersi muamelesi yapar bu da doğrudur. Ama yine bu topraklarda solun faşist-gerici saldırılara karşı bir özsavunma hafızası vardır; şehirlerde Haziran direnişlerinde tanık olduğumuz yardımlaşma vardır. Bir yandan demokrasi cephesini genişletirken bir yandan hayatta kalmayı öğrenmek gerekir. Zira gerçek siyaset ancak yaşamın olduğu yerde filizlenir.