Sabahın ilk ışıkları, metro çıkışında elinde Hayır broşürü ile bekleyen altmışlarında bir kadın. Pırıl pırıl yüzü, yanına yaklaşıyorum ve selam veriyorum. Sabahın bu saatinde bravo size diyorum, cevap gülümseyerek geliyor “bu memleket bizim”. Birkaç gün sonra gözlerimi bir panel için Ege’de açıyorum, yine saat erken, gencecik bir üniversite öğrencisi otogarda bildiri dağıtıyor. Gülümsüyorum, gülümseyerek karşılık veriyor, “bu gelecek bizim”. Samsun’dan Bursa’ya Sinop’tan Bergama’ya nasırlı eller, manikürlü parmaklar Hayır’ı dağıtıyor. Bunu paylaştığım dostlarım benzer kareler anlatıyor memleketin dört bir yanından…

Epey yol aldığımız hissinde ortaklaşıyoruz. Referandum tarihinin belli olduğu ilk günlerde Hayır diyenlerin asli görevi önümüze konan rejim değişikliği projesinin içerdiği tehlikeleri ve riskleri anlatmaktı. Değişikliğin mevcut anayasal düzeni kaldırmak anlamına geldiğini, yerine konmak istenenin ise memleketi her açıdan çok daha zayıf ve kırılgan kılacağını salonlarda, sokaklarda, kahvehanelerde dilimiz döndüğünce ifade ettik.

16 Nisan günü sandığa gidip hayır verecek yurttaşların büyük bir bölümü iktidar blokunun vaat, hile ve tehdit ile evet çıkaracağını düşünüyordu. Devletin tüm olanaklarının seferber edilmesine bakıp eşitsiz yarışın iktidarın lehine neticeleneceğinden endişe ediyorlardı. Provokasyon bekleyenler çoğunluktaydı. Bu da ister istemez motivasyonu düşürüyordu. Önce bu algıyı değiştirmek gerekti. Temasa geçtiğimiz tüm kesimlere iktidar blokunun belaltı vuruşlarına rağmen Hayır çıkmasının imkânsız olmadığını, bu ülkenin halklarının istibdada ve zulme başkaldıran bir geleneği miras aldığını ve bugüne taşıdığını haykırdık. İnanın dedik, inanmakla yetinmeyin çalışın! Çünkü haklısınız, çünkü memleketin geleceğini güvence altına almak sizin ellerinizde diye ekledik. OHAL kuşatmasında, birbiri ardına çıkarılan zorluklara rağmen panelleri, mitingleri düzenleyenler, onlara katılanlar Hayır’ın çıkabileceğini, o enerjinin toplumda mevcut olduğunu gördü, hissetti. Bu emsalsiz bir silkinme, kendine gelme, özgüven kazanma süreciydi ve bugün de eylemlerle, şenliklerle devam ediyor.

Son Yüz Metre
Hayır diyenler kalan onbeş gün içinde ne yapabilir? Öncelikle son ana kadar çalışmaya devam etmek yurttaş olarak sorumluluğumuzdur, “ben üzerime düşeni yaptım” deme lüksümüz yok. Son 100 metre bu engelli koşunun en kritik anıdır. Her çaba sadece 16 Nisan’ı değil 17 Nisan sabahını da inşa etmenin bir aşamasıdır. Referandum yaklaşırken inanmışlığımızın, dayanışmamızın çok daha yüksek bir seviyeye ulaştığını bedenimizle, sözümüzle gösterme zamanıdır. Şenliklere, flash mob tarzı eylemlerine, baharın gelişinden ilham alan etkinliklere hız verme vaktidir.

Cumhuriyetçi, demokrat siyasi eğilimleri olan fakat örgütlenmemiş olan kitlelerin en büyük handikabı içine düşürüldükleri umutsuzluk sarmalı. Yıllardır politik sahadan dışlanmış, sosyal alanları daralmış, kuşatılmışlık hissi had safhaya varmış cumhuriyetçi, demokrat taban, sandığa gitme motivasyonunu yitirmeye başlamıştı. Orta yaş ve üzeri kuşağın yurttaşlık sorumluluğu olarak gördüğü oy verme alışkanlığı yerli yerinde fakat aynı tespiti genç 40-45 yaş altı için yapmak zor. Hem 2014 cumhurbaşkanlığı seçiminde hem 2015’te yaşadığımız iki genel seçimde manzara değişmedi. Bu sorunun nedenlerini yalnızca iktidar blokunun stratejisinde değil takvimde ve muhalefetin yanlış aday, mobilizasyon sorunu gibi eksiklerinde de aramak gerekli. Mevcut problemlerin aşılması için yapılacaklar başka bir yazının konusu ancak 16 Nisan için kalan sayılı günde nelerin başarılabileceği şimdinin meselesi.

Hayır’da buluşanlar bugünden itibaren “niçin hayır”a odaklanmayı bırakıp “sandığa çağrı” kampanyasına hız vermelidir. Hayır mektupları, broşürleri dağıtılmaya devam etsin ancak kapı kapı dolaşıp sandığa gidin, gelecek sizin mührü vurduğunuz pusulada denmelidir. Hayır kararını veren her yurttaş, politik kimliğinden bağımsız telefon rehberindeki herkesi arayıp yalnızca ve yalnızca sandığa gitmesini rica etmeli. Tatil, seyahat planı yapmış olanlardan 16 Nisan için fedakârlık yapıp yolcuklarını ertelemeleri istenmeli. Mümkünse çocuklarını, torunlarını yanlarına alıp okulların yolunu tutmaları temin edilmeli. Engelliler, yaşlılar ve öğrenciler için belediyelerin ve sivil ağların sunduğu imkanlar duyurulmalı, fırsatı olanlar tüm bu kolaylaştırıcı faaliyetlere omuz vermelidir. Sandıklara sahip çıkmak bu sürecin asli bir parçasıdır.

Hayır’ın moda deyimle mütevazı ama onurlu bir “hikâyesi” var. O “hikâye” devlet olanaklarıyla yürütülen kampanyaya karşı halkın öz gücü ile yapabildiklerinin sadece başlangıç bölümüdür. Gerici otoriter saldırı karşısında duvar örecek olan, toplumsal barışı yeniden inşa edecek olan Hayır’ın sol kanadıdır. Son yüz metre tamamlandıktan sonra aydınlık bir Türkiye için maratonu başlatacak da bu güçtür.