Son günlerde başımıza nelerin geldiğini soranlara cevabımda hiç zorlanmıyorum. Başımıza gelen “zoraki ve çelişkili hâkim ittifak”tır. Bu

Son günlerde başımıza nelerin geldiğini soranlara cevabımda hiç zorlanmıyorum. Başımıza gelen “zoraki ve çelişkili hâkim ittifak”tır. Bu kavramı Türkiye hâkim sınıflarının niteliğini resmetmek amacıyla ilk kez Oğuzhan Müftüoğlu kullanmıştı… Devrimci Yol günlerinde, şu ya da bu gerekçeyle (“aman bu biraz demokrasi yanlısıymış canım” gibi) hâkim sınıf kesimlerinden birinin kuyruğuna takılmamış olmamızda, bağımsız bir devrimci hat izleyebilmemizde bu kavramsallaştırmanın epey faydalı olduğunu biliyorum.
Kuraldır: Hâkim sınıflar kendi aralarında kavga ederler, ama karşılarına kendi dışlarında bir muhalefet dikildiğinde ve ortak çıkarları tehlikeye girdiğinde hemen aynı politik çizginin ardına dizilirler... Şimdi de egemen güçler bakımından bunun çarpıcı örneklerini yaşıyoruz. Bir bakıyoruz, bir vaveyla kopmuş, kim kime karşıymış belirsizleşmiş… derken, safları yine sıklaştırmışlar.
Günümüzde, kendisini hâlâ mağdur gösterebilen muktedir zihniyet, kendisine bir şeytan yaratmış, sürekli onu taşlıyor. “Şeytan kimdir?” diye soranlara “Kemalizm’dir” diye cevap veriyor. Öte yandan, paradoksal şekilde yine günümüzde kendisini hâlâ muktedir sanan “mağrur” zihniyet ise, kendisine kurumsal bir nitelik vehmetmeyi sürdürüyor. “Devlet nedir?” diye soranlara “Devlet benim!” edasıyla hâlâ “Devlet Kemalist’tir” cevabını verebiliyor... Oysa farkında değiller… Müesses nizamdan hızla uzaklaştırılıyorlar, bu hegemonyada artık sadece itilafçı bir çizgiye oturtulmuş, yani neo-liberalizme bel bağlamış Atatürkçü Düşünce Sisteminden söz etmeye tahammül var.
(Dolayısıyla bugün tutarlı bir Kemalizm eleştirisi, Kemalizm’i ve Kemalistleri siyasi İslam ve liberalizm zeminlerinden eleştirenlerin eleştirisiyle birlikte yapılabilir! Eleştirinin eleştirisi sayesinde…)
Şimdilerde siyasi söylemde meydana gelen iki değişiklik, aktörlerin niyetleri konusunda ipucu verebilir. Bir yandan bugüne dek eleştirilerini daha ziyade ittihatçılık suçlamasıyla yapanlar şimdi doğrudan Kemalizm’i hedef gösterebiliyorlar. Kabul etmek gerekir ki bu konuda Onur Öymen Türkiye’de bir sayfayı kapatıp yeni bir sayfa açtı! “Atatürk Faşist miydi?” diye soruverdi. İkincisi, farkındaysanız “ordu darbesi” tehlikesi yerine artık “cunta darbesi” tehlikesinden söz edilmeye başlandı. Çünkü Erdoğan ve Başbuğ arasındaki sıkı fıkı durumlar, birinci iddianın inandırıcılığını ortadan kaldırdı.
Müesses nizamda çelişkili ittifak var derken kastettiğim tam da bu zoraki muhabbetler… Üstelik bu türden bir ilişki, cemaat adeta biraz devre dışı bırakılıyormuş gibi bir görüntü dahi veriyor… İşte Emniyet’teki üst düzey tasfiyeler… Savcıların artık her istediklerini tutuklattıramaması… Telefon dinlemelerinde atılan geri adımlar… Ve elbette Kürt meselesinde bir adım ileri iki adım geri gidişat… Hele bir Başbakan Aralık ayındaki ABD ziyaretini tamamlasın, gelişmeler belki netleşir…
Peki bu arada Taraf’ın belge manyağı yapılmasının sebebi de (yine) bunlar olabilir mi? İcraatlarının bağımsız gazetecilik filan olmadığını biliyoruz… Bağlanmışlar bir kaynağa, kendilerine servis edilen belgeleri haberleştiriyorlar. Açıkçası orada yayınlanan belgeleri okurken hep “yalanın ikna edici olması için bir miktar doğru katmak gerekir” şeklindeki psikolojik savaş ilkesi aklıma geliyor.
Ama şu “kafes” operasyonuna ne diyeceğiz? Doğru da olabilir yalan da… Ama ya doğruysa! Yahu ne demek, yer yerinden oynamalı… Dün şöyle yazıyordu Ahmet Altan: “Biz üç günden beri, onlarca çocuğu bombayla havaya uçurmayı, gayrımüslimlerle insan hakları savunucularını öldürmeyi, kanlı bir kaos yaratıp bu kaosta hükümeti devirmeyi amaçlayan bir cuntanın planlarını yayımlıyoruz.”
Şimdi bir yandan, doğru olmaması için bir sebep yok; yani bu “zihniyet” böyle bir şey yapmaz diyemem… Doğru çıktığı takdirde bırakın kaynağının cemaat filan olmasını “Ku Klux Klan” eliyle ortaya çıkmış olsa dahi… Vay başımıza gelenlere! Peki ya doğru değilse… Bu kez de cemaatin, hükümet ile genelkurmay arasını bozmak için son çırpınışlarıdır mı, diyeceğiz? Bu arada Başbakanın Taraf’a her fırça atışında, sanki cemaat kuvvetleri biraz daha dışlanıyorlarmış gibi bir hava da doğmuyor mu? Yani orduya bir nevi taviz…
Unutmayalım, zoraki ve çelişkili hâkim ittifakların kendi bünyelerinde de belden aşağıya vurmak kesinlikle mubahtır.