Uzun zamandır kulislerde kapsamlı bir kabine değişikliği olacağı konuşuluyordu. İktidarın pandemi karnesi ağırlaştıkça bu değişikliğe dair beklentiler de arttı. Zira “gözde bakanlar”, salgın boyunca halk yararına dişe dokunur bir icraat sergileyemedikleri gibi sürekli zikzak yaparak inandırıcılıklarını da kaybettiler. AKP lideri, başarıları kendi hanesine yazdırırken başarısızlıkları bakan ve bürokratlara havale etmekte çok mahir. Nitekim pandemi boyunca bu tutumunu istikrarlı bir biçimde sürdürdü. Ekonomik ve sosyal kriz derinleştikçe bakanlar, bürokratlar topun ağzında bekletiliyorlar, her an faturanın kendilerine kesilebileceğini hissedip konforlu yataklarına huzursuz gidiyorlar.

Erdoğan’ın kabinede yaptığı kısmi değişiklik bir makyaj mıydı yoksa daha kapsamlı bir revizyonun ilk adımı mıydı şimdilik net değil. Ancak bu kısmi değişiklik bile AKP içinde suların durulmadığını göstermeye yetti. Parti içinde güç mücadelesi devam ederken her şaibenin altından bir iktidar mensubu ya da yakını çıkmaya devam ediyor. Devletin zirvesi ise üç maymunu oynuyor.

Dezenfektan “hinliği” deşifre olan Ticaret Bakanı’nın görevden alınması kararı ne zaman verildi bilinmiyor ancak orada da asıl meselenin yolsuzluk olmadığını düşündürtecek bir dizi neden var. Damada yakın bir ismin yeni Ticaret Bakanı yapılması, son dönemde “itibarı” iade edilen Albayrak’a uzatılan zeytin dalı olarak yorumlanıyor. Damadın gidişine sevinenlerin bu durumdan rahatsız olduğu bir sır değil. Eski paylaşımları nedeniyle apar topar sosyal medya hesabını kapatmak zorunda kalan yeni Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı’nın 23 Nisan’da koltuğunu teslim ettiği çocuğa yönelik tavrı ise gelenin gideni aratacağı kanaatini bir kez daha kuvvetlendirdi. “Daha iyisi bulunamadı mı” sorusu baştan yanlış bir soru, çünkü bu rejimin “daha iyileri” bulma, bulsa da göreve getirme olanağı yok.

Sağlık ve Milli Eğitim Bakanları CB tarafından görevlerinden alınsalar muhtemelen üzülmeyecekler. Sağlık Bakanının pandeminin başından bu yana verdiği sözlerin hiçbiri yerini bulmadı. Üstelik sağlık personeli hazin bir yalnızlığa terk edildi. Bakan, Saray’ın günü kurtarmaya endeksli tutarsız politikalarına direnemediği gibi halk sağlığı uzmanlarının önerilerini de tam manasıyla uygulayamadı. Nitekim çatırdayan bilim kurulunun bugün için günah keçisi olmaktan başka işlevi kalmamış gibi görünüyor. Bakanlıktan gelen “bilgilendirmelere” güvenmeyen halk, iktidarın sağlık krizini arttırıcı bir rol üstlendiği düşünüyor.

Kabine üyelerinin katıldığı kalabalık cenazeler listesine tarikat liderleri eklenirken, yakınlarını son yolculuklarına uğurlayamayanların öfkesi büyüyor.

Okulların açık tutulmasını hükümetin önceliği haline getirmeyi başaramayan, eğitim emekçilerinin bir an önce aşılanmasını sağlayamayan, uzaktan eğitimin sorunlarını gidermekte aciz kalan Milli Eğitim Bakanı da bu dönemde yıldızı sönenlerden. Pandemi boyunca öğretmenler tıpkı sağlık çalışanları gibi hükümet tarafından yalnızlaştırıldılar; omuzlarına mesleki zorunlulukları dışında angaryalar yüklendi. Bir yılı aşkın sürede Bakanlık, öğretmenlerin sorunlarını gidermek ve eğitim kalitesini yükseltmek adına etkin bir politika ortaya koyamadı. Öğretmen maaşlarının “yük” olduğunu düşünen Bakanlık şimdi de eğitim emekçilerinin ders ücretlerini kesmenin derdinde. Derse öğrenci girmediğinde öğretmene ders ücreti verilmeyeceğine dair açıklama, Bakanlığın kendi noksanlığının bedelini eğitim emekçisine ödetmek istemesinin yeni bir örneği.

Bu iktidar hüküm sürdükçe gelenin gideni aratması kadar doğal bir sonuç yok. Çünkü iktidar kadrolarında görülen niteliksizleşme ve yozlaşma rejimin yapısal özelliklerinin bir neticesi. Biat dışında hiçbir tutumun geçer akçe kabul edilmediği bir siyasal düzende bakanların, bürokratların halktan yana inisiyatif kullanması ihtimal dahilinde dahi değil. İktidar bloku, kabinede istediği kadar revizyon yapsın, istediği kadar reform sözü versin değişikliklerin pusulası bozuk gemiyi güvenli bir limana yanaştırması artık imkânsız. Bu dönem geride kaldığında şimdinin bakanları ve yüksek bürokratları büyük olasılıkla yitik yılların birer figüranı olarak anılacak, o kadar…

Devletin İslami bir şirket gibi yönetilmesi üzerine kurulu neoliberal İslamcı stratejinin çöktüğü gün gibi aşikâr. En iyisini patronlar bilir, o zaman bakanlıkları patronlar arasında paylaştıralım stratejisinin bugün geldiği nokta, tek tek bakanların performansından bağımsız bir iflas tablosudur. Bu tablo bize inşa etmemiz gerekenin yalnızca “güçlendirilmiş parlamenter sistem” olmadığını, halk iktidarı fikrine dayalı kamucu bir sistem olduğunu anlatmaya yeter de artar.