Bizim topraklar hikâye anlatıcılarının ülkesidir. O hikâye anlatıcıları okulda, fabrikada, sokakta, mahallede, her yerdedir. Varlıkları değişmez ilan edilenin değişeceğine dair umuttur.

Hikâye anlatıcılarının başka bir memleket, başka bir dünya derdi vardır. Anlatmakla sınırlı değildir bu yüzden varlıkları. Hikâyeleri, değiştirme mücadelesine çağrıdır. “Kurtarıcılara” havale edilen bir geleceğe itirazdır. Memleketin yazılı tarihinde kayıtlarda, arşivlerde geçmez çoğunlukla isimleri ama tarihi yazanlar onlardır.

Nerede bir hak, eşitlik mücadelesi varsa o mücadelenin başlangıcının bir hikâyesi, o hikayenin anlatıcıları vardır.

Hikâye anlatıcıları, köyde deresine sahip çıkan teyzedir, yoğun çalışma saatlerine, şiddete, mobbinge rağmen kamu hastanelerinde hekimlik yapmaya inatla devam eden, parasız sağlık için mücadele eden hekimdir, hemşiredir, üniversitesine sahip çıkan öğrencidir, insanca yaşam için sendika hakkı için mücadele eden işçidir, yaşamına giren her çocuk ve tüm çocuklar için mesleğini, haklarını, çocukların eğitim hakkını savunan öğretmendir.

Hakkını aradığı için “çapulcu” ve “ağlak” ilan edilen öğretmenler.

Öğretmenler, öğretmenlik mesleği egemen olanın hep hedefinde oldu. Her gün öğrencileri ile baş başa olduğu sınıflarda anlattıkları, anlatacakları hikâyeler korkuttu hep onları.

Yine hedefteler. Bin bir emekle öğretmen olan genç öğretmenlerin atanma, sınıflarına, öğrencilerine kavuşma mücadelesi vermelerine kızgınlar. Öğretmen, uzman öğretmen, başöğretmen, sözleşmeli, ücretli öğretmen diye ayrıştırılmalarına karşı mesleklerine sahip çıktıkları için özel öğretim kurumlarında onlara dayatılan çalışma koşullarına biat etmedikleri için öfkeliler.

Bu kızgınlıkları hak mücadelelerini yalnızca kendi hakları için değil, öğrencilerinin eğitim hakkı mücadelesi ile birlikte sürdürdükleri içindir aynı zamanda.

MEB’in açıkladığı son rakamlarla eğitimin tamamen dışına çıkan, açık öğretime devam etmek zorunda bırakılan, haftanın yalnızca 1 gününde okullara gidebilen mesleki eğitim merkezlerindeki öğrencilerle birlikte en az 3 milyon çocuk örgün eğitim dışında.

Artık eşit, nitelikli eğitim koşullarının nasıl olması gerektiğini değil okullarını terk eden, etmek zorunda bırakılan çocukları, beslenmesine karınlarını doyurmaya yetecek kadar yiyecek dahi konulamayan çocukları konuşuyoruz.

Güvenilirliğini kamuoyu vicdanında tamamen yitiren, gerçekleri saklamanın önde gelen kurumlarından biri haline gelen Türkiye İstatistik Kurumu’nun üstün çabalarına rağmen üzerini örtmeyi başaramadığı son verilerde bile 5-17 yaş grubundaki en az 720 bin çocuğun çalıştırıldığı, YKS’ye giren 105 bin öğrencinin üniversiteyi kazanmasına rağmen yoksulluk nedeniyle kayıt yaptıramadığı, ”Okullar açıldı ama ben okula gidemiyorum.” diyerek sesini sosyal medyada duyurmaya çalışan tarikatlara teslim edilen,çocuk yaşta evlendirilen kız çocuklarının olduğu bir ülkede yaşıyoruz artık.

Kamusal eğitimi, sağlığı, laikliği, emeğin hakkını kazanmak için memleketin her tarihsel döneminden daha fazla hikaye anlatıcılarına ve onların inadına, değiştirme iradesine ihtiyaç var.

“Kurtarıcılar” değil hikâyeleriyle yolculuğa çıkan anlatıcılar değiştirecek memleketi.