İktidar sansür konusunda kendini aştı. Bu kez alışık olduğumuz üzere bir gazeteci veya siyasetçinin değil, Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Erinç Sağkan’ın sözleri sansürlendi.

Avukat Erinç Sağkan’ın hatası, önceki Başkan gibi iktidarın kanatları altına girmeyip hukukun üstünlüğünü, yargı bağımsızlığını savunmaktı. Oysa bu iki kavram da aslında bizzat yasalara içkin, herhangi bir muhalif yaklaşımı olmayan, mevcut düzene gayet uygun kavramlar. Ama şu anki iktidar pek mevcut düzene uygun değil.

Oysa ben daha çok, Selçuk Kozağaçlı’nın hukuk tanımına yakınım: “Hukuk diye helvadan put yapmışsınız acıkınca yiyorsunuz.” Ancak bu düzen hukuku bile iktidara dar geldiğinden, tam da Anayasa’nın, kanunların içinden konuşan Sağkan’ı dahi dinlemek istemediler.

YAYINCIDA KAYIT YOKMUŞ

Yeni adli yıl, Yargıtay’ın evsahipliğinde 1 Eylül’deki törenle açıldı.

TBB Başkanı Erinç Sağkan da törende konuşmacıydı. Ancak konuşmasını duyamadık. Çünkü Cumhurbaşkanlığınca görevlendirilen ve tek yetkili olan yayın sağlayıcı, tüm TV kuruluşlarına servis edeceği canlı yayında Sağkan’ın konuşmasını yayınlamadı. Canlı yayın, Sağkan’ın konuşması bitince başladı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan da dahil diğer tüm konuşmacılar süresince de uydu yayını kesilmedi. Başka yayın kuruluşu da olmadığından, TBB Sağkan’ın konuşmasını paylaşamadıklarını açıkladı. Yargıtay da ellerinde kayıt olmadığını bildirdi…

TBB bu yapılanın, ifade özgürlüğünün yanı sıra halkın haber alma ve basın özgürlüğü bakımından açıkça bir sansür anlamı taşıdığını açıkladı.

Peki, duymamızı istemedikleri neydi?

Erinç Sağkan’ın konuşmasından:

“Başkanımız Özdemir Özok’un, ülkemizde yargının bağımsız olmadığına ve ivedilikle bu bağımsızlığın sağlanamaması halinde ülkemizi çok daha zor günlerin beklediğine ilişkin uyarısını dile getirmesinin üzerinden bugün itibariyle yirmi sene geçti. Bugün işte tam da Başkanımızın muazzam bir öngörüyle tarif ettiği ‘o zor günlerin’ içinden geçiyoruz.

Kıymetli Başkanımız Vedat Ahsen Coşar, tutuklamanın istisna olmaktan çıkıp kurala ve erken infaza dönmesindeki tehlikeye dikkat çektiğinde sene 2010’du. Aradan geçen on iki senede, tutuklamanın bir tedbir değil cezalandırma aracı olarak kullanıldığı çok sayıda örnekle halen karşı karşıyayız.

Ceza ve tutukevlerinde hâlâ çok sayıda avukat bulunuyor. Bunlar arasında adil yargılanma haklarının ihlal edildiğine bizzat şahit olduğum Soma maden katliamında, Çorlu’daki tren kazasında hayatını yitirenlerin, çevre mücadelesi veren köylülerin, emeğinin hakkını arayan işçilerin, Aladağ’da yurt yangınında ölen çocuklarımızın ailelerinin avukatlığını yapan meslektaşlarımızın da olduğunu biliyoruz.

Yürütmenin temsilcilerinin başkanlık ettiği Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) yapılanması, kuvvetler ayrılığı ilkesinin varlığını sorgulanır hâle getirmektedir. HSK’nın üye seçim yöntemi de dahil olmak üzere mevcut yapılanmasının hakimlik teminatını sağlamaktan uzak olduğunun bilincindeyiz.

Temel hak ve özgürlüklere ilişkin ortaya koymaya çalıştığımız bu olumsuz tablonun temelinde, yargı bağımsızlığının tam olarak tesis edilememiş olması yatmaktadır.

Hukuk sistemimizin içinde bulunduğu durum, sadece ‘yargıya işi düşmüşlerin’ meselesi değildir. Yargının bir bütün olarak kalitesinin artırılması, sadece avukatlarla ya da yargı camiasıyla sınırlı bir ‘meslek sorunu’ da değildir. Yargıda yapılacak reform, toplumsal, siyasal ve hatta ekonomik alandaki sorunların çözümünün en temel ön koşullarından biridir.”

Ben de yarattığım güçlü illüzyonun içerisinde bir yaşam kurmuş olsaydım, ben de Sağkan’ı sansürlerdim. Ama biz bu çemberin içinden çıkmak istiyoruz.