Hürriyet gazetesinin ön sayfasında dün bir mektup yayımlandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mitingte Hürriyet’e yönelik söylediği sözlere ilişkindi. Erdoğan, Hürriyet’in “Mursi’ye idam kararıyla” ilgili haberinin başlığını (%52 ile idam) kendine ima olarak algılamıştı. Hürriyet buna dünkü mektubunda “Cumhurbaşkanı’nın idam edileceğini ima etmek bir şerefsizliktir” ifadeleriyle karşılık verdi. Doğrusu, Hürriyet’in kurumsal dilinden beklenmeyecek duygusallıkta bir mektup. Bugünden bakılınca öyle. Ancak Hürriyet’in geçmişine doğru gidilince “epey defansif” bir mektup. Bana Hürriyet’in eski sahibi Erol Simavi’nin kendi ağzından dönemin Başbakanı Turgut Özal’a yazdığı meşhur mektubu hatırlattı. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda hem bu mektubu biraz anlatmak hem de iki mektup arasında basınımızın geldiği yeri özetlemek isterim.

Özal’ın basını kontrol aracı
Turgut Özal iktidarında, devletin basını sıkıştırması için elinde şimdiki gibi vergi cezası kozları yoktu. Çünkü hem basın işi şimdiki kadar büyük bir endüstri değildi hem de basın patronlarının başka alanlarda yatırımları yoktu. Başbakan Özal’ın o günlerde basını kontrol için kullandığı araç kâğıttı. Kâğıt tekeli devletin elinde olduğu için kâğıt fiyatlarında keyfi oynamalar yapmak da mümkündü. Bu yüzden basına sinirlendikçe gazete kağıdına zam yapıyor, enflasyonun da etkisiyle bu zamlar zaman içinde toplam%621’i buluyordu. (1983-1988 arası)

Simavi’nin mektubu
İşte bu zam furyasının bir yerinde, Erol Simavi, Özal’a yönelik olarak uzun bir mektup yazdı ve zehir zemberek ifadeler kullandı. Yeni çıkan Saray’dan Saray’a Türkiye’de Gazetecilik Masalı (Can Yayınları) isimli kitabımda o mektubu şöyle anlattım:
“Simavi, mektupta baypas ameliyatı geçirenlerin kişiliklerinde bir kayma yaşandığı tezini savunuyor ve sözü Özal’ın baypas ameliyatı olmasına getiriyordu. Simavi’ye göre Özal da baypas ameliyatı olduktan sonra kişilik değiştirmiş, basını köşeye sıkıştırmaya kalkmıştı. Simavi, “Biz hancı, siz yolcusunuz,” diyerek Özal’a açıktan meydan okuyordu. Hem de oldukça sert ve tavizsiz bir üslupla.“

Mektuptaki asıl şifre
Simavi’nin mektubundaki asıl şifre ise İrem Barutçu’nun Babiâli Tanrıları Simavi Ailesi (Destek Yayınları) isimli kitabında bahsedildiği üzere dönemin Hürriyet Genel Müdürü Özcan Ertuna’nın tanıklığıyla anlaşılmıştı. Ertuna mektuptan “Sen böyle başına buyruk davranırsan, bir gün ordu da gelir ve senin de hesabını görür,” şeklinde bir ifadeyi çıkardığını ifade eder. Bu cümle yerine “Demokrasilerde birinci güç basın, ya ikinci…” denmiş ve üç nokta konmuştu. Buradan anladığımız, dönemin basını önce kendine güveniyor, olmadı işi orduya bırakıyordu. Zaten basının geçmiş askeri darbe dönemlerindeki pozisyonu da bunu destekler.

İki mektubun ilgisi ne?
Diyeceksiniz ki, bu iki mektubun Hürriyet tarafından yazılmış olması dışında ilgisi ne? Birincisi, ilk mektubun yazıldığı dönemde basın patronlarının basın dışında bir iş yapması ayıptı. Bu nedenle Erol Simavi, ufaktan tavuk eti işine girmesiyle ilgili eleştirilere “o benim hobim” diye açıklama gereği duyuyordu. Yine o yıllarda Özal, Kıbrıslı İş Adamı Asil Nadir’in Türkiye’de basın işine girmesini destekliyor ve basında tüm dengeler bozuluyordu. Oysa, medyaya medya dışı patronun girişi o dönem iticiydi. Öyle ki, 1979 yılında Milliyet’e ortak olan Aydın Doğan, aslında%75 ortak oluyor ve bunu%25 olarak duyuruyordu. Peki bugün durum nedir? Alternatif yayınlar haricinde medya dışı sermayeyle yürümeyen medya yok. Medyanın bir zamanlar sırtını dayadığı, biat ettiği ordu da aradan çekilince, mektupların üslubu böyle değişiverdi. Sermayenin girişiyle siyasi iktidara göbekten bağlanan medya, kendi sonunu hazırladı. Siyasi otoritenin, eline böyle büyük bir koz geçince, bunu sonuna kadar zorlayan Erdoğan gibi birini yaratması kaçınılmazdı. En ufak bir gazetecilik çabasına bile tahammülü olmayan Cumhurbaşkanı Erdoğan bir neden değil, bir sonuç. Türkiye’de gazeteciliğin tarihi, başlangıcından beri sorunlu ama asıl büyük çöküşün başlangıcı, medya dışı sermayenin bu alana hoyratça girişi. Bugünkü “havuz medya” da o girişin eseri. İki mektup arasındaki farkın hatırlattığı bu.