2000’li yılların başındayız, yüksek lisans tezimin araştırma kısmı için hazırladığım anketleri gazete çalışanlarına doldurtmam gerek. Akşam, Cumhuriyet, Sabah ve Vatan’dan kurumsal iznimi almışım. Elbette Hürriyet belirlediğim örneklem için önemli bir mecra. Orada İK müdürüne yönlendiriliyorum. Sonuç: Tez araştırmama “ajanlık” şüphesiyle izin verilmiyor. Örneklemin o kısmı eksik. Tesadüf o ki, tam o günlerde televizyonda Hürriyet’in “şeffaflık” temalı reklamları dönüyor. O zamanki Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök bir kız çocuğunu kapıda karşılılıyor, gazeteyi gezdiriyor vs. Bu şeffaflığı deneyimlemiş genç bir üniversite öğrencisi olarak televizyona doğru savuruyorum küfrü tabii ki. O zamanlar bir basın-yayın yüksek lisans öğrencisi olduğum için zaten Hürriyet’in ne olduğunu az çok biliyorum ama bu hızlandırılmış bir sektör turu oluyor benim için. Bu otobiyografik girişi, Hürriyet’le ilgili bir şeylere hala şaşırabilenler için yaptım. Lafı Abdülkadir Selvi’nin Hürriyet’e geçişinin yarattığı tepkilere getireceğim elbette. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda bu geçişin ne anlama geldiğinden söz açmak istiyorum.

Mühendislik Hürriyet’in işi
Abdülkadir Selvi’nin geçişiyle Hürriyet’in iktidara teslim olduğuna dair iddialar var. Bu iddialara katılmıyorum. Bu bence Hürriyet’in AKP iktidarı sonrası köşe yazarlarında üçüncü nesil mühendislik çalışması. Birinci nesil Ahmet Hakan’dı. Onun bir zamanlar karşı mahallede olduğu öyle unutuldu ki, (bir ara sırf bu yüzden Ahmet Hakan, Ahmet Arsan takma ismiyle de yazmıştı) ardından Akif Beki geldi. Beki gruba Radikal tarafından girmişti. Beki de iyice yerleşince Abdülkadir Selvi hamlesi geldi. Kimileri bunu teslimiyet gibi okusa da, üçü de Hürriyet’in evvel ezelden sahip olduğu pozisyonu koruma çabasından başka bir şey değil. Hürriyet’in “bekası” açısından bakarsak ve gazetenin tarihini de hatırlarsak “çok doğru” bir hamle. Havuz gazeteleri gibi aynı şeyi tekrarlayan bir yığın yazar yerine, rıza üretimini kolaylaştıracak bir çeşitlilik sunuyor. Buna mühendislik deniyor. (Detay için bkz: Bu köşede 9.9.2015 tarihinde yayınlanan Neden Hürriyet’e İhtiyaç Duyuyorlar? başlıklı yazı)

Hürriyet’i “biz”den sanmak
“Biz kimiz?” o da tartışmalı bir mevzu tabii de özellikle Gezi’den sonraki süreçte Hürriyet’in sanki “muhalif” olduğu gibi bir yanılgı oluşmuştu. Bir kitle, sanki Gezi Direnişi başladığı gün Penguen belgeseli yayınlayan aynı grubun televizyonu değilmiş gibi Hürriyet’e kendini yakın hissetti. Gazete 17-25 Aralık operasyonlarında da etkin rol üstlenince bu yakınlığı perçinledi. Sonradan ilk Ahmet Hakan’ın ters köşe köşe yazılarıyla başlayan huzursuzluk, Abdülkadir Selvi’nin geçişiyle arşa ermiş durumda. O cepheden bu tepkileri “kim sallar” afedersiniz. Çünkü hesap başka.

Dönüşme becerisi
Hürriyet’in tarihi boyunca en önemli marifeti, devrin koşullarına uyarlanma marifeti oldu. O “amiral gemisi” unvanı boşa gelmedi yani. Gerek “askeri vesayetle”, gerekse de iktidarlarla iyi ilişkileri korumak, iktidarın zayıf olduğu anlarda devreye girip dizayna katılmak Hürriyet’in en önemli özelliği. Kurulduğundan beri böyle bu. 90’larda el değiştirmiş olsa da böyle. Bugün Erdoğan-Davutoğlu kopuşundan söz edildiği ortamda Davutoğlu’na yakınlığıyla bilinen Selvi’yi getirip yerleştirmesi tesadüf değil. Yarın adanmış bir Erdoğan’cıyı getirirse o da kimseyi şaşırtmasın. Tekrarlayalım ikna ve kanaat oluşturma bir sanattır. Örneğin; Star gazetesinin Erdoğan-Obama manşetleri gibi aynı hafta içinde ayrı telden çalan üç ayrı manşetinde olduğu gibi oluşmaz. Çünkü insanları aptal yerine koyarak ikna etme gibi bir ikna metodu yok. Özellikle de oluşturulan kanaatin taşıyıcısı olacak gazete okurları için. Dolayısıyla “Hürriyet elden gidiyor ya da bak nasıl dönüyorlar” diye hayıflanmanın da bir anlamı yok. Ne Hürriyet bu önermeyi yapan insanların elindeydi ne de dönmeye karar verdi. Hürriyet hep buydu. Birilerinin böyle düşünüyor olması, Hürriyet’in mühendislik başarısı. Aynı nedenle başkaları da Abdülkadir Selvi hamlesinden sonra “Hürriyet bizim oldu” diye düşünecek. Bu yüzden tek çare alternatif ve bağımsız medya. Hazır internet buna imkân veriyorken onu güçlendirmek ve desteklemekten başka çare yok. Gerçekten “bize” ait bir gazeteciliğin olmasını istiyorsak eğer.