Saray'ın kurmak istediği rejimin şifreleri kendini her gün yeni fotoğraflarla ele veriyor. Bir yandan Cumhurbaşkanı evet kampanyasını idamın geri getirilmesi vaatleri ile sürdürürken diğer yandan "Evet çıkmazsa iç savaş kapıda" diyen AKP'li yöneticiler arz-ı endam ediyor. Devletin zirvesi ihraç edilen muhalif akademisyenler için "bedel ödeyecekler" diyerek yaşanan kıyımı meşrulaştırırken; polis, maruz kaldığı hukuksuzluğa karşı eylem yapan akademisyene "senden hoca olmaz" diyebiliyor. Bir başsavcı vekili "Hayır verecekler PKK ile aynı muameleyi görecek" yazıyor sosyal medya hesabında ve bir ilçe milli eğitim müdürü 16 Nisan'ı 90 yıl sonra "ülkeyi geri alacak" bir dönüm noktası olarak niteliyor. İşte kurulmak istenen yeni rejim bu! Rövanşist, laik cumhuriyetle alenen kavgalı ve kendinden olmayan herkese karşı tehditkâr… Muhaliflerin iktidara her eleştirisi "halkı kin ve düşmanlığa tahrik" sınıfına sokulurken toplumun büyük bir kısmına karşı öfke amigoluğu yapan bu zatların sırtlarının sıvanması tesadüf değil bizzat rejimin alameti farikası.

Kurucu diktatörlük ve rejim

"Kurucu diktatörlük" deneyimlerinin nasıl işlediğini ve toplumun üstüne bir karabasan gibi çöreklendiğini biliyoruz. Öncelikle yönetim krizi ile kapitalizmin krizi çakışır ve buna çoğunlukla toplumsal buhran eklenir. Egemen güçler, derinleşen krizin tepe noktasına ulaşmasını bekler, o noktaya gelinince "devletin restorasyonu" için harekete geçer. Bu "restorasyonun" da devletin bekası için elzem olduğu algısını yaratır. Sonrasında yeni rejimin kurumları inşa edilir, yeni yasalar marifetiyle baskı sistematikleşir ve kalan son rejim güçlerince muhalifler tasfiye edilir.

16 Nisan'da halkın tercihine sunulacak olan tam da bu "kurucu diktatörlüğe" geçiş meselesidir. Krizi derinleştiren bizzat iktidar blokudur. Bir başka ifadeyle eğer "devlet krizi" yaşanıyorsa bunun sebebi ne "dış güçler" ne de muhaliflerdir, bizzat Saray çevresinde kurulan kırılgan ittifaktır. Saray-AKP, devletin hiçbir kurumuna hatta kendi atadığı bürokratlara dahi güvenmemektedir. Aynı saptamaya iktidar blokunun ortaklarına karşı duyulan şüpheyi de eklemek gerekir. Saray'ın amaçladığı 16 Nisan ile fiilen elinde tuttuğu yetkileri anayasal hale getirmek ve gücünü tahkim ettikten sonra da ittifakı dağıtmaktır. Bahçeli başta olmak üzere şimdiki müttefikleri bekleyen kaçınılmaz bir tasfiye operasyonudur.

Orduya, polise, yargıyı, ortaklarına güvenmeyen muktedir, "yeniden inşayı" ideolojik bir hat ile donatmak zorundadır. Anayasanın değişmez nitelikteki maddelerinin orada "şimdilik" durması, fiilen erozyona tabi tutulduğu gerçeğini örtemez. 16 Nisan'da "parantezi kapama", "ülkeyi geri alma" açıklamalarının altı boş değildir. Zira kurucu diktatörlük projesi aynı zamanda siyasal İslamcı hegemonya mücadelesinin son aşaması olarak görülmektedir. İkna aşamasının geçtiği, çekirdeği İslamcı olan bir rejimin yakında kurulacağı kanaati, "geçmişi ihya" hayalleri ile yetişen kesimlerde belirli bir 'olgunluğa' çoktan gelmiştir.

Derin devletin ötesi

Mevcut proje, adaletten ekonomiye, asayişten kültüre "ikili" bir yapıyı tesis ve takdis etmektedir. Yürütmede çift başlılığı ortadan kaldıracağını iddia ederek ekonomiden güvenliğe ikili bir yapıyı iktidarın bekası için kurumsallaştıracaktır. Hedef hem kurumlarda hem de sokakta mutlak egemenliktir. KHK'ler OHAL günlerinde ikili yapının tesis edilme mekanizmasıdır. TMSF'ye verilen yetkiler de Varlık Fonu da hazine içinde hazine olarak bu ikili yapının birer parçasıdır. 16 Nisan'da Evet çıkarsa devlet-toplum, devlet-ekonomi ilişkilerini düzenleyen tüm mekanizmalar Cumhurbaşkanı kararnameleri ya da partili cumhurbaşkanının işaret ettiği yasalar olarak karşımıza çıkacaktır. Öte yandan Saray kamu tüzel kişiliği oluşturma gücünü de ele geçirecektir. Devlet hiyerarşisi yeniden Saray'a göre biçimlenecektir. Böylesi bir düzende Saray'ın güvenlik rejimi içinde sadece kendisini korumakla görevli yeni güçler yaratması muhtemeldir. Bir başka deyişle, hazine içindeki hazine gibi, ordu içinde ordu, polisi içinde polis kurulmaya devam edecektir.

Bahar yakışıyor bize

Geniş halk kesimlerinin bütün bu olup bitenlerin farkında olmadığını zanneden iktidar bloku hâlâ aynı masallara başvuruyor. Fakat ne Hayır diyenleri terörle özdeşleştirme, ne de referandumu devletin bekası ile ilişkilendirme taktiği tutacak. Hiç kimseyi bir ülkenin yarısının o ülkeye "düşman" ve o yüzden "iç savaşın kaçınılmaz" olduğuna ikna edemezsiniz.

İktidar uyguladığı ve uygulayacağı taktikleri söyleyedursun salonlarda, evlerde, işyerlerinde Haziran direnişlerinden bu yana belki de ilk kez böylesine bir canlanma var. Mahalle dayanışmaları, forumlar gönüllü çalışmanın ve dayanışmanın adresleri olarak yeniden karşımızda. Burada biriken güç ve enerji, daha demokratik daha özgür bir ülkenin habercisi olacak.