Bu soruyu yanıtlamaya çalışan onlarca metin ve üç kitap yazdım; tezlerimi kanıtlamak için birkaç fırsat da buldum. Elbette su durduğu yerde durmuyor, nehir her gün bir başka akıyor. O halde sözler de, deneyimler de tıpkı bilgisayar programları gibi güncellenmeli.

Aşağıdaki güncelleme bugüne kadar söylediklerime ek (veya yenilenmiş) öneriler içeriyor. Meclis muhalefeti şu aralar iyi gidiyor, harika işler yapıyorlar ama geçmişte dilimiz o kadar yandı ki, buz gibi bile olsa yoğurdu üflüyoruz. Sıradan bir vatandaşın (belki de gereksiz) uyarıları gibi de okunabilir.

GİRİŞ

Seçim kampanyalarında temel hedef, oy kararını değiştirebilen seçmenlere seslenmek. Türkiye seçmeninin yaklaşık dörtte biri seçim kararını değiştirebiliyor. Bu insanlar kararsız değil, siyasetsiz. Çoğunluğu ikinci veya üçüncü nesil göçmen; kökeni olan Anadolu kenti veya köyüyle ekonomik ve duygusal ilişkisi devam ediyor, genellikle düzensiz veya kazanç garantisi olmayan işlerde çalışıyor. Kampanyalarda tüm mesele bu seçmenin bir kısmını ikna edebilmek…

Ama bu durum bir paradoks içeriyor: Bu seçmeni ikna edecek söylem, muhalif partiye oy verecek seçmenin hoşuna gitmiyor. Uyanık bir iletişimci kendini hiç zora sokmadan, zaten o partiye oy verecek seçmeni okşayan, bileyen, kutuplaştıran bir kampanya yapabilir. Böylece ona para ödeyen kitleden alkış alır ama seçim kaybedilir. İktidar olmak isteyen muhalif parti, işte bu paradoksu aşmak, kendi çekirdek seçmeniyle zımni bir anlaşma yapmak ve tüm iletişim dilini siyasetsiz seçmene göre kurgulamak zorunda. Peki, nasıl kurulur bu dil?

1 - Hesap soracağız deme. Çünkü soramazsın. Yüzde yetmiş oy alsan belki sorabilirsin ama kılpayı kazanılan bir seçimde böyle bir ihtimal yok. Olsaydı yirmi yıldır AKP hesap sorabilirdi. Yüzde ellileri hiçbir zaman geçemediği için mangalda kül bırakmamasına rağmen AKP de hiçbir yapısal değişim gerçekleştiremedi.

“Hesap” aslında bu yazının konusu değil. Suçu olan herkesten hesap sorulmasını bütün kalbimle isterim ama ikna edilecek seçmen ben değilim. Yukarıda bahsettiğim siyasetsiz seçmenin gözünde “hesap soracağız” sözü negatif etki yaratıyor. Siyasetsiz seçmenler arasında, hesap sormanın mümkün olmadığını bildikleri için bu sözü gülünç bulanlar var; hesap sorulmaya kalkılsa ortalık karışacak diye korkanlar var; hesap sorma vaadini pragmatik bulmayan ve bu konudaki hareketlerin ekonomik dengeyi bozacağını düşünenler var… Bu düşünceler DSP dönemindeki “temiz eller operasyonu” gibi pratiklerden güç alıyor, “hesapsız para”dan direkt veya dolaylı nemalanan herkes “hesap sorulma” halinde fakirleşeceğini düşünüyor.

Seçimlere katılmayan devrimci bir parti “hesap soracağız” diyebilir ve bu kendi içinde tutarlı olur. Çünkü bu tip parti veya örgütler parlamenter sistemin ve sandığa endeksli bir demokrasinin hiçbir şeyi dönüştürmeyeceğini iddia ederler. Meclis muhalefetiyse kanunlara tabidir ve kanunlar hiçbir siyasal partiye hâkimlik, savcılık görevi vermiyor. Sine-i millete dönmemiş, aybaşında maaşını tıpış tıpış almış bir meclis muhalefeti kanunlar dışına çıkamaz. “Adil bir sistem oluşturacağız, bağımsız yargıyı inşa edeceğiz” diyebilir ama “hesap soracağız” diyemez. Der ve bu söylemi merkeze koyarsa siyasetsiz seçmeni ıskalar ve seçimi kaybeder. Kılıçdaroğlu 2009’daki “Organize dürüstlük faciası”ndan beri bunu acı biçimde deneyimliyor. Anlaşılmayan ne, sahiden anlamıyorum.

2 - Beşli çeteyi yargılayacağız deme. Çünkü beşli çete dediğin fasoncu, taşeron, iktidarın “biz borçlanmıyoruz, özel sektör borçlanıyor” söylemi için görevlendirilen ve devlet garantisiyle dünyaya borçlanan bir dağıtım şebekesi. Beşli çete için yargılanmak bir kurtuluş günü bile olabilir. Çünkü bu insanların kefili devlet zaten. İleride adalet sistemi çalışırsa ne yapacağına adalet karar verir.

Ve burada da benim konum beşli çetenin yargılanması veya yargılanmaması değil, “beşli çeteyi yargılayacağız” söyleminin kampanyada kullanılması. Çünkü bu söz de tıpkı “hesap soracağız” sözü gibi, oy kararını değiştirebilecek siyasetsiz seçmeni endişeye boğmaktan ve son turda onları yine AKP’ye oy verdirmekten başka işe yaramayacak.

3 - Kendine “Bay Kemal” deme. “Bay Kemal” smokin giymiş, viski içen ve bu arada mason örgütleriyle sinsi pazarlık yapan insan temsili bir söz. “Bay İbrahim“ veya ”Bay Hasan” da öyle… Bu sözcüğün hiçbir olumlu çağırımı yok. Bu akılları kim veriyor, bilmiyorum. “Üstüne üstüne gidersek, sözün anlamını kırarız” mı diyorlar?

Alman yapı marketi Götzen, Türkiye’ye geldiğinde “Biz adımızı değiştirmeyiz, iyi bir jingle ve sağlam bir sloganla üstüne üstüne gidersek, kısa sürede Türkler bu sözle ilgili önyargıyı unutur” demişti. Olmadı. Bir ara Türkiye radyolarında gece gündüz “Götzen’e gidiyorum” şarkısı çaldı ama hiçbir kampanya sözcüğün köken anlamını yok edemedi. Götzen iddialı reklam ajanslarına milyonlarca dolar saçtıktan sonra Türkiye pazarından çekildi. “Bay Kemal” sözünün çağırışım evrenini de hiçbir PR kampanyası yıkamayacak.

Bu bir yana, “Bay Kemal” iktidarın söylemi ve iktidarın söylemini kullanmak muhalefeti takipçi yapar. Takipçinin hedefi birinciliği kazanmak değil, ikinciliği kaybetmemektir. Eğer amaç İyi Parti’nin ana muhalefet olmasının önünü kesmekse takipçi olmak işe yarayabilir ama amaç iktidar olmaksa “Bay Kemal”, “Tamam”, “Durmak yok yola devam” vb. iktidar söylemlerini kullanmak AKP’ye artı yazar. Muhalefet, reklamcılığın en emin olduğu, en temel kuralı her seçimde bir başka iktidar sözüne sarılarak neden ihlal ediyor? Bir yanlış her seçimde nasıl tekrarlanıyor?

4 - Dış siyasette muhalefet gibi değil, iktidar gibi konuş. Türkiye’nin Amerika, Avrupa, Çin, Rusya, Arap ülkeleri ve İsrail ile ilişkileri sekiz kollu bir terazi gibi. Gerçek ne olursa olsun, siyasetsiz seçmenin gözünde Erdoğan bu işi çok iyi beceriyor; zekice müzakerelerle bir o yana, bir bu yana pas verip, kazançlı çıkıyor. Dış siyasette verilen bu görüntü, iç siyasette oy kararını değiştirebilen seçmeni AKP’de tutuyor. Muhalefetlik mesleği gereği bu manevraların her birine muhalefet eden muhalifler, aslında her seferinde ofsayta düşüyorlar. Bu nedenle buradaki dil ve davranış 180 derece değişmeli, iktidar olmak isteyen muhalefet, iktidarmış gibi konuşmalı. Yukarıda sıraladığım ülke veya birliklerin her biriyle ülke menfaatine ilişki kurmalı.

5 - Kürt demekten korkma. İşine gelmeyenler dışında herkes biliyor ki teröre karşısın, Kürtlere değil. Kürtlerin içinde de ezici çoğunluk teröre karşı ve onlar da bu konuda dopdolu. İnsanlar büyük kentlerde etnik kimliklerle yaşamıyor, “yöresel, töresel, kırsal” olan her şey önemini yitiriyor. “Aman troller ne der” diye endişelenmenin anlamı yok. “Kurucu parti” helalleşecekse, yetmiş yıldır ülkenin iliğini emen yağmacı sağ zihniyetle değil, Kürtlerle ve Alevilerle helalleşmeli.

6 - Suriyelileri yollarsan, siyasetsiz seçmen kimi sömürecek? Muhalefet Suriyeli veya Afgan sığınmacı konusunu anlamıyor veya kırk yıl önce Kürtlere “maganda, zonta” diyenler gibi anlıyor. Solcu görünmeyeyim diye emek kavramından öcü gibi kaçınca, sömürülen emeğin ülkeye getirdiği artı değer de anlaşılmıyor. Siyasetsiz seçmenin gözünde Suriyeli göçmen ucuz emek, kılçıksız balık demek. Bir sol parti olup bu iğrenç sömürünün önüne geçmeye çalışılacağına, Bolu Beyi gibi faşizan sözler söylemek sol adına ayıp, seçimi kazanma hayali adına da yanlış.

Bir de “esnaf gibi düşünmek” konusu var ki, ileride ondan ayrıca bahsederim.

Güncellemeler ihtiyaç halinde devam edecek.