31 Mart’tan bu yana yaşadıklarımız Türkiye’deki “olağanüstü rejimin olağanı”. Sürpriz yok, bu kadar da olur mu diye şaşırmak yok, ötesine gidemezler demek yok. Çünkü kurmaya çalıştıkları rejim bildiğimiz anlamıyla “normal”in hüküm sürdüğü, asgari demokratik mekanizmaların işlediği, muhalefetin kazanma imkanının olduğu bir konjonktürde yaşayamaz, varlığını sürdüremez. Güç gösterisi yapabilmek için kaostan medet umar, kriz yoksa yaratır […]

31 Mart’tan bu yana yaşadıklarımız Türkiye’deki “olağanüstü rejimin olağanı”. Sürpriz yok, bu kadar da olur mu diye şaşırmak yok, ötesine gidemezler demek yok. Çünkü kurmaya çalıştıkları rejim bildiğimiz anlamıyla “normal”in hüküm sürdüğü, asgari demokratik mekanizmaların işlediği, muhalefetin kazanma imkanının olduğu bir konjonktürde yaşayamaz, varlığını sürdüremez.

Güç gösterisi yapabilmek için kaostan medet umar, kriz yoksa yaratır ve her seferinde bir adım daha ileri gitmek, rejimi sertleştirmek ister. Fakat tam 5 haftadır o güç gösterisini bir türlü hayata geçiremediler, hem de birçok kez denemelerine rağmen.

Seçimden sonra Çekmece’deki polis ablukası bu rejimin vasatıydı. Defalarca saydırılan oy pusuluları, Maltepe’de yeniden sayım esnasında denedikleri provokasyon, sandık kurullarını ifadeye çağırma işleri de aynı vasatın birer parçasıydı. “Şaibe fabrikası” gibi çalışan AKP’li sözcüler ve yandaş medya öyle büyük bir yalan söyleyelim ki inanmasalar bile acaba desinler diye uğraştı durdu. Son olarak İstanbul’da İmamoğlu başarısını “iki yıllık gizemli bir plana” bağlayacak kadar fantezi dünyalarını zenginleştirdiler. Bu örgütlü yalanları kabullenen var mıdır, vardır ancak o sayı bu rejimi ayakta tutacak bir çoğunluk değil.

Üstelik İmamoğlu mazbatasını aldıktan sonra İstanbul’un özlenen belediye başkanı olduğunu gösterdi. Bakmayın siz Erdoğan’ın “milletin içine sinmedi” demesine. Bugün İstanbul sokaklarında şöyle bir dolaşın, bu değişimin İstanbullulara ne kadar iyi geldiğini göreceksiniz. İstanbulluya şehrini yeniden sevdirecek, şehirde yaşama yükünü hafifletip keyfini arttıracak bir dizi adım çoktan atıldı bile. İşçisinden beyaz yakalısına, öğrencisinden kadınlarına İstanbul’da yaşayan kim varsa gözlerini Erdoğan ve AKP yerine İmamoğlu’na çevirmiş vaziyette. Hem de Belediye Meclisi toplantılarını hararetle takip edecek kadar. Artık Türkiye’nin en büyük şehri hanedan toprakları ya da İslamcıların proje üssü değil. Aksine onların temsil ettiklerini iddia ettikleri mütedeyyinlerin dahi yüzünü güldürecek bir İstanbul potansiyeli var önümüzde. İstanbullu bir kez bunun tadını almışken geriye dönüş kolay değil.

Erdoğan da Bahçeli de bu gerçekliği zor yoluyla değiştirebileceğini umuyor. 7 Haziran sonrasındaki senaryonun bir benzerini hayata geçirmek için hazırda bekledikleri malum. Zaten Erdoğan da 7 Haziran sürecine gönderme yaptı. Ancak bugünkü şartlar ile o günkü arasında fersah fersah fark var. Ötesinde seçmene dayatılmış müstakil bir İstanbul seçimi ile genel seçim aynı şey değil. Saray’daki hesabın çarşıya uymama ihtimali çok yüksek. İşte o yüzden yeniden bir seçim yerine İBB Başkanlık koltuğunun gaspı hedefleniyor olabilir.

Bugün gözler YSK’de olacak. Hukukun emrettiğine uyulması durumunda sonuç belli. Ancak “hukuk” bu rejimde muhalefet için bir güvence kaynağı olma vasfını çoktan yitirdi. KHK’lilerin oy kullanamayacağını düşünen yüksek yargıçların olduğu bir ülkede iç ferahlığıyla YSK AKP’nin itirazını reddedecek diyemiyoruz. Ancak bildiğimiz bir gerçek var o da YSK, ne karar verirse versin iktidar bloku kendi iç çelişkilerini kapatmaya dönük bir kaos projesini hayata geçirecek. Sandıktan ziyade bu kaos projesine karşı hazırlıklı olmak gerek.

İstanbul seçimine bağlı kaos hazırlığı, rejimin muhalefetin gücünü ilk değil ama son kez test etme girişimine dönüşebilir. Seçmeniyle partilisiyle iktidar kuşatmasına karşı son beş haftadır iyi bir sınav veren muhalefet bloku “bu seçim bitmiştir” noktasından tek bir geri adım atmadı şimdi de atmamalı.

O mazbataya İmamoğlu ile birlikte sahip çıkmalı. Zira hodri meydancılığın, hukuksuzluğun tescillenmesi halinde naif bir özgüven olduğu ve iktidarın dayatma bir seçimde katılım oranı gibi meşruiyet ölçütlerine itibar etmeyeceği aşikâr. Unutmayalım, bu halk nasıl sandık başında oyuna sahip çıkmak için canını dişine taktıysa şimdi de her mecrada tek adam rejiminin dayatmasına karşı durabilir.