Pazar günü yerel seçim var. Halk yaşadığı kentin nasıl bir politika ve kimler ile yönetmesi için oy kullanacak. Dolayısıyla halk, adayların “nasıl bir yerel yönetim istiyoruz” ve “hangi projelere ve hangi yerel yönetim politikasına” sahip olduğuna göre tercihini yapmayı umuyordu. Bugün halk, Cumhur İttifakı’nın sorumlusu olduğu, ekonomik, siyasal, sosyal ve toplumsal krizden nasıl çıkması gerektiğine […]

Pazar günü yerel seçim var. Halk yaşadığı kentin nasıl bir politika ve kimler ile yönetmesi için oy kullanacak.

Dolayısıyla halk, adayların “nasıl bir yerel yönetim istiyoruz” ve “hangi projelere ve hangi yerel yönetim politikasına” sahip olduğuna göre tercihini yapmayı umuyordu.

Bugün halk, Cumhur İttifakı’nın sorumlusu olduğu, ekonomik, siyasal, sosyal ve toplumsal krizden nasıl çıkması gerektiğine dair çözüm önerilerini duymak ve tartışmak istiyor.

Halk tarımda yaşanan çöküşün, artan işsizliğin, yoksulluğun, zamların, yükselen enflasyonun, özellikle de muhalif kesimlere yönelik artan yasakların, baskıların ve derinleşen ekonomik krizin ve siyasette yaşanan çürümüşlüğün nedenlerini bilmek istiyor.

Ama AKP-MHP ittifakı ne bu can alıcı sorunlara ne yerel yönetimlere dair tek bir politika ve söylem üretmeksizin, sadece kendi iktidarlarını korumak ve koltuklarının bekası için, seçim kampanyasını “beka” söylemenine sıkıştırarak, toplumsal gerilim yaratmayı tercih ediyorlar.
Ortada bir memleket bekası yoktur. Sadece koltuklarını korumak isteyen Erdoğan-Bahçeli ittifakının koltuk bekası ile halkın geçim bekası vardır. Seçim koltuk ile geçim bekası arasındadır.

İşte bu yüzden Cumhur İttifakı seçime değil de, “beka sorunu” olarak tanımladığı iktidarını koruma sürecini, sanki “savaşa gider” gibi bir siyasal dil ve üslup ile seçim kampanyasını tercih etmiş durumdalar.
Kendileri dışındaki adayları ötekileştiren, nefret dili ile suçlayan, Milli İttifakı ve HDP’yi “terörist” gibi gösteren, seçilme durumunda olanları daha bugünden “kayyum” ile tehdit eden, muhalafetin bazı güçlü adaylarını yargı gücü kullanarak itibarsızlaştırmaya çalışmaktalar. HDP’yi “terörist” göstererek, HDP’lilerden oy isteyen ikiyüzlülüğün adı politika oluyor!

16 yıldır iktidar olan, yaşanan tüm sorunların ve krizlerin mimarı AKP iktidarı, halkın gözlerinin içine baka baka, sorumluluğu muhalefetin sırtına yıkma yalanlarına sığınıyorlar.

Türkiye’nin seçimler tarihinde, ilk kez bir iktidar bloku eşi benzeri olmayan ayrımcılık, nefret, öfke, kin ve düşmanlaştırma stratejisini benimsemiş durumdadır.

Bu süreç sadece Cumhur İttifakı ile değil, bu ittifakın yanına dizilmiş medya kuruluşları, yandaş medyanın değişmez tartışmacıları ve yorumcaları da yer alıyor. İktidar blokunun çatışmacı, nefret ve suçlayıcı diline sığınmış durumdadır. Yandaş köşe yazarları ve TV yorumcuları tek merkezden aldıkları talimat ve argüman kataloglarını okuyarak yazıyor ve konuşuyorlar. Akit’in bir provokatörü, “Kılıçdaroğlu’nun idamının istendiğini” söylüyor. Yandaş medya muhalefetin adaylarına yönelik kumpas programlar kuruyor.

Toplumsal huzurun çok yönlü zehirlendiği, seviyesiz, şaibelere gebe bir seçim havasının yaratılmaya çalışıldığı bu ortam da, demokratik siyaset ve seçim hakkını inşa etmenin tek yolu, herkesin 31 Mart’ta vatandaşlık ve demokratik muhalefet görevi yapması için OY’unu kullanması ve sandıklarına sahip çıkması günüdür.

Muhalefet partilerinin de bu görev ve sorumluluklarının farkında ve bilincinde olarak, halkın sandıklarda gösterdiği sorumluluğa ve tutuma sonuna kadar sahip çıkması gerekir.

Artık son 5 gün boyunca herkes halkın sandığa gitmesi için çaba sarf etmelidir. 24 Haziran’ın hayal kırıklıklara bir kenara gömülmelidir. 31 Mart günü sandığın başında olmalıyız. Attığımız her oyun yerel yönetimlerde demokrasinin yeniden inşasına yönelik bir adım olduğu bilinci ile hareket etmeliyiz.