İktidar bloğunda ortalık toz duman. İşler iyi gitmeyince Saray’ın etrafındaki güç odakları birbirlerinden rahatsızlıklarını alenen ifade etmeye başladı. Peker’in açıklamalarıyla ayyuka çıkan kirli ilişkiler, iktidar içindeki çatlakları büyütüyor. Erdoğan ve Bahçeli sessiz kaldıkça çatırdama sesleri daha net duyuluyor. MHP’liler, tarikatlar, Perinçekçiler, Pelikancılar... şu anda olası bir çöküş senaryosunu hesaba katarak pozisyon alıyorlar. Kökten AKP’liler “sonradan gelenlerden”, sonradan gelenler ise birbirinden haz etmiyor.

MHP, Saray güdümündeki organların kendisine “hak ettiği” değeri vermediğini düşünüyor. Bunun son örneğini 19 Mayıs’ta gördük. Hürriyet gazetesi ilk sayfasında Bahçeli’nin mesajına yer vermeyince önce MHP’nin Basın Danışmanı, ardından partinin İstanbul İl Başkanı Demirören Medya'ya ateş püskürdü. Bu ve benzeri çıkışlar buzdağının yalnızca görünen yüzü. MHP’liler köşe başlarını tutmakla yetinmek istemiyor aynı zamanda kamuoyunda kendilerine “prestij” sağlayacak iktidar nimetlerinden de faydalanmak istiyor. Zira AKP ile yollar bir gün ayrılırsa “pirüpak” olduklarını savunup bütün hataları ortağına yıkacaklar.

Daha fazla “itibar” talep eden sadece MHP’liler değil. Tarikat ve cemaatler, Saray’dan yeni ödünler koparmak için iktidara adeta şantaj yapıyor. Ayasofya’nın müze olmaktan çıkarılması başta olmak üzere İslamcı tabanın gönlünü hoş etmek için yapılan “erken hamleler”, bırakın iktidara “konfor” sağlamayı onu daha çok köşeye sıkıştırıyor. İktidar içki yasağı gibi “yeni” yollara saptıkça yokuş aşağı gidiş hızlanıyor.

Mafya-siyaset-ticaret denklemine suskun kalan Perinçek kanadı, MHP’nin ve tarikatların avantajlarını zerre kadar dert etmiyor. Onların asıl derdi iktidara akıl hocalığı yapan gruplarla. Perinçek’in Erdoğan’a seslenerek “SETA’yı beslemek, İsrail ve ABD’yi beslemektir” demesi boşuna değil. Perinçek grubu, kendi çizgisine geldiğini iddia ettiği Erdoğan’ın “orada kalmasını” istiyor, bütün stratejisini de bunun üzerine kuruyor ama uluslararası konjonktür aksini söylüyor.
Ortada bir gerçek var, kim ne plan yaparsa yapsın iktidar bloğunun çözülmesini durdurmak kolay değil. Kolonlar çatladı, zemin kayıyor. İktidarın katlarında keyif çatanların artık eski emniyeti yok. Zira dün kendisine çakarlı araba ve koruma tahsis edilenlerin bugün evleri aranabiliyor; ekranlarda iktidar güzellemesi yapanların koltukları bir mafya liderinin ifşasıyla tepe taklak olabiliyor; kardeşim denilenler ilk gözden çıkarılanlar arasına girebiliyor. Kimin ne zaman konuşacağı, yeni bir bombanın pimini çekeceği belli değil. Enkazın altında kalmak istemeyenlerin bir an önce binayı terk etmesi gerekiyor. Herkes elde ettiği rantı ve kârı beraberinde götürme telaşıyla çok yakında çıkış kapılarına yüklenecek.

Bu çöküşün hayli gürültülü olacağı da kesin. Peker’in yeni videoları, Soylu’nun üslubu, AA muhabirinin “çıkışı”, AKP’deki homurdanmalar… hepsi bunun bir göstergesi. İktidara yönelik her eleştiride, filanca bakanın yanındayız kampanyasına katılan bakanlar, milletvekilleri Soylu meselesinde sus pus. Saray’dan işaret gelmedikçe de konuşmayacaklar. Bir milletvekilinin “ricasıyla” basılan Hürriyet’in yeni ve eski patronu, meşhur köşe yazarları da dilini yutmuş durumda. İktidar ile iş tutmuş olanlar “acaba bizim adımız ne zaman geçecek” diyerek ecel teri dökmeye devam ediyor. Peker gibiler konuştukça daha fazla iktidar mensubu ya da yakını “suskunlar korosuna” katılacak. Ekonomik kriz kıskacında yaşam mücadelesi veren geniş kesimler ise sandık önüne gelir gelmez oylarıyla konuşmayı bekliyor.

Ancak o noktaya gelinceye kadar bizi zor günler bekliyor. Kendisinden hesap sorulmasını istemeyenler, bir kez daha her türlü karanlık eylemin tertipleyicisi olabilirler. Nitekim gazetecilere yönelik pusular, Birgün ve Cumhuriyet’in iktidarca üst üste hedef alınması, muhalif siyasetçiler üzerindeki yargı baskısının artması rastlantı değil. Rize’de Akşener’e kurulan komplo, ikinci bir “Çubuk vakası” olarak bundan sonra yaşanabileceklerin çok daha ağır sonuçlar doğurabileceğinin ipucunu veriyor.

Madalyonun diğer tarafı ise ümit vaat ediyor. Çünkü uyuşturucu ticaretinden siyasi suikastlara, gazete basmalardan şantajlara uzanan bu rezil tablonun ortaya çıkması, muhalefet için değişim iddiasını güçlendirmede bir fırsat. Bu fırsatın hakkıyla yerine getirilebilmesi için muhalefetin bu tablonun arkasındaki devlet mimarisiyle cesurca hesaplaşma iradesi göstermesi ve milliyetçi-mukaddesatçı ezberlerden uzak bir pozisyon alabilmesi gerekiyor. Şayet bu başarılabilirse yalnızca son 20 yılla değil Türkiye’nin Soğuk Savaş geçmişiyle de hesaplaşmak mümkün olabilir. İşte o zaman sahiden demokratik bir ülke inşa etmenin imkânı doğabilir.