Ekonomik sorunlar derinleştikçe, insanlar bu sorunların ağır faturalarına maruz kaldıkça “konunun uzmanlarına” kulak kabartmaları, onların ne düşündüklerine, söyleyeceklerine ilgileri haklı olarak artıyor. Bu nedenle sık sık ekranlarda, gazetelerde ve sosyal medya hesaplarında bu kişilerin söyledikleri yakından takip ediliyor.

Tabi konu ekonomi olunca çok farklı görüşlerin ortaya konulması da normal. Biliyorsunuz, meşhur bir söz vardır: iki iktisatçının olduğu yerde en az üç farklı görüş vardır.


Fakat ilginç bir biçimde, özellikle son zamanlarda, ekonomik analiz yapılırken, görüşler ortaya konulmadan hemen önce şöyle ifadeler sık kullanılır oldu: “Ben siyasi konulara girmiyorum, girmem, sadece ekonomik analiz yapıyorum.” Böyle başlayan cümlelerin ardından, yurtdışında yayınlanmış olan bazı araştırmalara atıfta bulunup, İngilizce sözcükleri “çünkü bunların Türkçede karşılığı yok” diyerek ortalığa savuran bir grubun gittikçe kabul gördüğü anlaşılıyor. Başka bir grup ise analiz yaparken siyasete, alınan siyasi kararlara atıfta bulunuyor, buralardaki gelişmelerin olası ekonomik sonuçlarını da dikkate alıyor. Çünkü tüm ekonomik tercihlerin, aslında siyasi bir tercih olduğunu da biliyorlar.

Biliyorum bir genelleme yapmak doğru değil ama şu durum dikkatimi çekti: birinci grupta yer alan, “siyasi konulara” girmeyenler, genellikle kendilerini “ekonomist” olarak tanımlarken, ikinci grupta yer alan ve ekonominin siyasetten bağımsız olmadığı düşüncesini analizlerine dâhil edenler ise kendilerini “iktisatçı” olarak tanımlıyor. Belki siz de fark etmişsinizdir.

“Ekonomist” olanlar, sahip oldukları konfor alanı içinde, “riskli” olabileceğini tahmin ettikleri konulara girmeden, sanki okudukları makalelerin varsayımlarının, yaşadıkları ülkede de geçerli olduğundan hareketle, görüş beyan edebiliyorlar. İktisatçı olarak tanımlayanlar ise daha geniş bir perspektiften bakıyorlar ve ülkede yaşanan tüm gelişmeleri birlikte değerlendiriyorlar.

Bu durum, “İktisat” olarak adlandırılan programlarda sosyoloji, siyaset bilimi, siyasi düşünceler tarihi gibi derslerin yanında, çok sayıda hukuk derslerinin de okutuluyor olmasının bir sonucu mudur acaba? “Ekonomi” bölümlerinde bu tür derslerin çok azaldığı, ekonominin sadece “teknik” bir konu olduğu düşüncesi daha hakim gibi. Ne dersiniz?

Enflasyon Raporu

Dün Merkez Bankasının enflasyon raporu sunumu vardı. Başkanın kameralar karşında söylediklerini duyunca uygulanan para politikasının ne olduğu konusunda kafalar netleşti: “Ne yaptığımızı biz de bilmiyoruz ama inşallah iyi bir sonuç çıkar” politikası.

Enflasyon tahminini yükseltirken faiz indiren, dünya artan enflasyon ile uğraşıyor, sermaye hareketleri gelişmekte olan ülkelerin aleyhine işliyor, herkes ya faiz artırıyor ya da faiz artırma arifesinde dedikten sonra biz faizleri son iki ayda toplam 300 baz puan indirdik diyebiliyor.

“Kurlar ile faiz indirimi arasında bir ilişki yok” beyanının ardından, uzun uzun faizlerin indirilmesi ile birlikte cari açık sorununun ortadan kalkacağı (çünkü kurlar yükseliyor), bunun da nihayetinde kurların bir yerde “durulmasına” neden olacağı ve bu olduğunda da enflasyonun zaten düşmeye başlayacağını anlatan bir “politika yaklaşımına” ne diyebiliriz ki? Üstelik bu hedefe ulaşmada “küresel tedarik zincirlerinin yeniden kurulacak” olması ve bundan bize büyük fırsatlar çıkacağını düşündükleri de anlaşılıyor. Çok satacağız, az tüketeceğiz ve sonunda zengin olacağız.

Ne diyelim, insanın hayalleri olmasa bu hayat çekilir mi? Merkez Bankası da bir hayal kuruyor.

Anlamadım? Bunun size faydası mı ne? Bu kadar bencil olmayın! 2053 yılında, olmadı 2071’de tüm ekonomik sorunlarımız çözülmüş olacak ve siz de refaha erişeceksiniz.

Tüm hayalleri iktidarın kurmasını beklemeyin, siz de biraz hayal kurun.

Bugün Cumhuriyetin kuruluşunun 98. Yılını kutluyoruz. Cumhuriyeti kuranların peşinden yürümeye devam edeceğiz ve insan haklarına saygılı, ifade özgürlüğünün teminat altına alındığı, hukukun egemen olduğu, bilimin rehber edinildiği muasır medeniyet hayalimizden vazgeçmeyeceğiz.