Gündem aslında bir vakitler ılımlı İslam diye sahneye çıkarılan AKP’nin Reisinin Suudi Veliahtı’na itirazı olmalıydı: “İslam’ın ılımlısı, ılımsızı olmaz. İslam tektir.”

Ama ılımlı Atatürkçülük olabilirmiş.

Gerçi ‘ılımlı’ Atatürkçülük de saçmadır, olursa ‘ilimli’ Atatürkçülük olur, hayatta en hakiki mürşit babında… Bu arada tabii ki kendisi ılımlı Atatürkçü filan olmuyor, Atatürkçüler ılımlı olsun, uysal olsun, bunu istiyor.

Asıl derdini ise daha açıkça söylüyor: “Atatürk’ü Marksistlere bırakacak değiliz.” Burada ‘Marksistler’ derken elbette Gezicileri kastediyor, yani sokağa çıkan herkesi. Ama madem hakikaten Marksistiz bu hafta da bu açıdan cevap vermemiz lazım.
Marksistler zaten Atatürkçü olamazlar, Marksisttirler! Lakin Atatürk’ü de şeriatçılara bırakmazlar.

Tekrar vurgulayayım ki AKP Reisinin asıl derdi Atatürkçülerden oy almak değil, kontrpolitikadır, CHP’yi de değil öncelikle Atatürkçü kesimlere göz kırpan İyi Parti’yi etkisizleştirmektir. Atatürkçüler oy vermezse seçimi kaybederim kaygısı taşımıyor ki; seçimi YSK, hile filan sayesinde kazanabileceğini biliyor. Zaten sahici bir seçim de olacak mı ki? Çünkü asıl korkusu sokaklar.

“Aman Atatürkçüler Gezi’deki gibi sokağa dökülmesinler, Hayır hareketine, Adalet Yürüyüşü’ne katılmasınlar, ılımlı olsunlar.”

AKP faşist Kenan Evren tarzı Atatürkçülüğü bile yapamaz, çarpılır. Reisleri (iki ayyaş dediği) “Atatürk’e Atatürk” dermiş, ama biz inkılâpçı deriz. Atatürk ilkeleri arasında inkılâpçılık da var, laiklik de var.

Şimdiki tartışmanın tam tersi bütün hararetiyle dokuz yıl önce yine kasım ayında yaşanmıştı. Mesela o günlerde Oğuzhan Müftüoğlu şöyle yazmıştı: “Kim türban konusunda, AB konusunda, emperyalizm ve bağımsızlık konusunda veya AKP karşıtı olumsuz bir şeyler söylüyor, devrimcilikten söz ediyorsa ‘Kemalist’ damgası yapıştırılıyor.”
Ve bugün tersini söyleyenler Atatürkçülük yarışı yapıyor!

15 Kasım 2009 tarihli BirGün Pazar ekinde “Kemalizm, anti-Kemalizm ve hatta anti-anti-Kemalizm…” başlığıyla bir şeyler yazmıştım. Şimdiki Atatürkçülük modasının tersine dokuz yıl önce anti-Kemalizm modaydı. Çünkü anti-Kemalizm ilk kez muktedirdi, saldırgan güçtü. Kemalizm ise artık savunma pozisyonundaydı; o haliyle, sadece bir ‘anti-anti-Kemalizm’ olabilmekteydi.

Öte yandan Kemalizm ve Atatürkçülük nispeten farklı anlamlara sahip olsa da, savunucuları ve düşmanları bakımından her derde deva ya da demokrasiye bela olmaya ‘indirgenmiş’ kavramlar.

Neydi Kemalizm/Atatürkçülük? Nedir Kemalizm/Atatürkçülük?

Birinci sorunun cevabı tarihseldir. İkinci sorunun cevabı da ideolojiktir. İdeolojiden arınmış bir tarihsel değerlendirme ise mümkün değil. Bu yüzden aslında her ideolojik tercihin tarif ettiği farklı bir Kemalizm/Atatürkçülük olması anlaşılır bir şey.

Tarihsel yönünü kısaca hatırlamaya çalışalım: Kemalist devlet, 1920’lerde hâkim sınıflar ittifakının (burjuvalar, tüccarlar, toprak ağaları ve tefeci bezirgânlar) hiçbir kesiminin diğerleri üzerinde hegemonya kuramadığı bir ‘güçsüzler dengesi’ ortamında ve bunlar ile küçük burjuvazi (subaylar, aydınlar, bürokratlar) arasındaki bir nispî denge koşulunda özel bir devlet biçimi olarak ortaya çıktı. Ayrıca bu zoraki ve çelişkili bir ittifaktı, Kemalistler adeta hakem rolü üstlenmişti. Sosyolojide Kemalizm türündeki rejimlere tepeden modernleşme süreci denir, Batılılaşma vb başlıklarla ele alınır. Marksist teorideki adı da, tepeden burjuva devrimi sürecidir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında tabiri caizse, ‘emperyalizm eliyle demokrasi’ evresine, çok partili döneme geçildi. Çünkü burjuvazinin biti kanlanmıştı; artık doğrudan kendi rejimini ve düzenini istiyordu. Batılılaşma, modernleşme, laiklik onlar için çok lazımdı, yani kapitalizm için… Böylece dünya savaşı ardından, bir de ‘emperyalizm eliyle kapitalizm’ düzenine girildi. Marshall yardımları ve IMF ile ilk temaslar… Ve sonra NATO… Üniformasıyla inkılâpçı ve disiplin sağlayan Kemalizm yerine, burjuvazi gibi smokin giyebilen bir Atatürkçülük sahneye çıktı.

Yine ‘irtica’ tehlikeydi ama Atatürkçüler, komünizm tehdidi diye emekçi muhalefete karşı bunları da seferber ettiler. Siyasi İslam, toplumda ve devlette tekrar mevzi kazanmaya başladı. Ordu, ABD onayıyla ve teşvikiyle her daim siyaset arenasındaki yerini korudu. El altındaki vurucu güç, malum, kontrgerillaydı. Yeri geldi darbeler yaptı. Kurulu düzeni onardı. Bu arada zaten 12 Mart döneminde Atatürkçüler, Kemalistleri de tasfiye etmişti. Çünkü bu yıllarda, özellikle sol ideolojilerle tanışmış genç subaylar, Kemalizm’e atfettikleri bağımsızlıkçı ve devrimci özellik sayesinde, günün sorunlarına çare bulunacağını umuyorlardı.

Kemalizm ‘Aydınlanma Devrimi’ teziyle, kimi sol, sosyalist kesimleri de etkileyebildi. Bu yüzden özellikle 1980 öncesinde Atatürkçüler, Kemalistlerden nefret ederlerdi. Ve yıllar, yıllar sonra, küreselleşmeyle birlikte burjuvazi indinde Atatürkçülük de demode oldu! Sermaye bakımından yerli ve milli (!) ideoloji artık neo-liberalizm idi. NATO Ordusu misyonuyla hareket eden TSK ise şimdi bünyesinden şeriatçı FETÖ çetesi nasıl temizlenecek derdine düştü. Bu temizlik uğruna generaller Saray camisine gidip dua ediyor, namaz kılıyorlar.

AKP iktidarından da önce Atatürkçülüğe itiraz edenler, bütünüyle tasfiye etmek isteyenler vardı. Daha Refah Partisi döneminde, Amerikalı ideolog B. Lewis Atatürkçülüğün miadının dolduğunu, ılımlı İslam’ın tercih edilmesini söylemişti. ABD, Reis şimdi kabul etmese de, AKP’yi ılımlı İslam temsilcisi ilan etmişti. Bu arada, artık FETÖ dediğimiz Cemaat ise kendi toplum mühendisliği tarzlarına rakip gördükleri için Atatürkçü ‘tepeden’ toplum mühendisliğine şiddetle karşıydı. İslamcılar ve özel olarak FETÖ toplum mühendisliği işlevini, zaten bin yıldır İslamiyet’e vermişlerdi. Çünkü şeriatçılık gelmiş geçmiş, en kapsamlı bir toplum mühendisliğidir; önündeki tek engel laikliktir ve iktisattan devlet yönetimine, hukuktan gündelik yaşama, kültürden sanata, hayatın her alanını tanzim etmekle yükümlüdür. Üstelik şeriatçılık ‘en tepeden’, Tanrı katından bir toplum mühendisliğidir.

Devrimciler, tekrarlayayım, elbette Kemalist/Atatürkçü değildirler; ama Cumhuriyetin ve özellikle şeriatçılık karşısındaki laikliğin kazanılmış bir mevzi olduğunun ve şimdi elden gittiğinin bilincindedirler, elbette bu mevzileri Atatürkçülüğün vaat ettiğinden de fazlasıyla ve farklılıklarıyla yeniden kazanmak gayretindedirler. Bu yüzden şeriatçıların özgürlükleri ve laikliği gasp etmeleri karşısında Gezi’de ve sonrasında olduğu üzere kendisine Atatürkçü diyen yurttaşlarla aynı mevzide ve saflarda mücadele etmeyi görev bilirler.

Bari bu yazıda CHP yönetimiyle uğraşmayayım diyeceğim ama… Kılıçdaroğlu kalktı, Atatürk’ün laiklik ilkesini yine ağzına hiç almadan şöyle deyiverdi: “Atatürk bütün inançlara saygılıdır. O Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurdurdu. O imam hatipleri kurdurdu.

Elmalılı Hamdi Yazır’a kendi cebinden para vererek Kuran’ı çevirtti.”

Şimdiki CHP yönetimi hakikaten tuhaf bir anti-anti-Atatürkçü olsa gerek. Çünkü bizzat Atatürk, 1 Kasım 1937’de şöyle demişti: “Bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.”

Kılıçdaroğlu Atatürkçülüğü karşısında, CHP programını böyle özetleyen Atatürk Atatürkçü değil miydi yani?