Çoğu zaman küresel eşitsizlikler yerel eşitsizlikleri görmeyi engelliyor. Bunun temel nedeni hemen herşeyin ulusal kategoriler üzerinden sunulup tartışılıyor olması. Ulusal sınırlar içinde bir homojenlik söz konusuymuş algısı ortaya çıkıyor ve ‘zengin’ ülkelerdeki yoksulluğu örtüyor. Geçen hafta yayınlanan Birleşmiş Milletler temsilcisi Profesör Philip Alston’un yoksulluk raporu bunu çarpıcı bir şekilde gösterdi.

Rapora göre İngiltere’de nüfusun beşte biri, 4,5 milyonu çocuk olmak üzere 14 milyondan fazla kişi yoksulluk içinde yaşıyor. Bunların 4 milyonu yoksulluk sınırının yüzde 50 altında ve bir buçuk milyonu ise en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak durumda.

Yoksulluk içinde yaşayanların yarısı ise en az bir engelli bireyin olduğu ailelere mensup.

Oran olarak küçük görünse de raporun en çarpıcı yanı tüm yetişkinlerin ücretli bir işte çalıştığı ailelerde dahi yüzde 9 yoksulluk var. Bu çalışmasına karşın yoksulluğu aşamayan nüfus ve engelliler arasındaki aşırı yüksek yoksulluk oranı Muhafazakar hükümetin refah devletini sınırlama (hatta yok etme) çabalarının doğrudan bir sonucu. Buna işaret ederek Profesör Alston da ‘hükümetin bu yaklaşımı sonucu yapılan reformlar insanları yoksulluğa itti’ diyor.

Yine popüler konumuza döneceğim ama Brexit saçmalığı var olan yoksulluğu daha da yaygınlaştırıp derinleştirecek gibi görünüyor. Rapora göre hükümetin Brexit sonucu artacak yoksulluğa yaklaşımı mali raporlamalarda oynayarak yoksulluğu görünmez kılmaya çalışmaktan ibaret. Ortada ne ciddi bir plan ne de bu yönde bir düşünce var.

Brexit kararı zaten daha uygulanmadan gerekli yoksullaştırıcı etkisini gösterdi. Yoksulluk çekenler için Brexit kararının bir yıllık etkisi yaklaşık 400 Sterlin yoksullaşmak. Tahminlere göre Brexit’in hayata geçmesinden, AB üyeliğinden çıkıştan sonra yaklaşık 900 bin kişi daha yoksulluk sınırının altına düşecek. Bu Birlik’ten çıkışın neden olacağı yüzde 4 ila 9 arasında ekonomik daralma ve enflasyon etkisi üzerinden hesaplanan bir tahmin.

Muhafazakar hükümetin en çok reklamını yaptığı reformların başında gelen Evrensel Kredi de eleştirilerden payına düşeni almış. Programın genel başarısızlığı bir yana, ‘şımarık beyaz zengin oğlanlar’ hükümetinin toplumun genelinden ve özellikle de ‘en alttakilerden’ ne kadar bihaber olduğunu gösteriyor olması önemli.

Bu kopukluğun en belirgin ifadesi hükümetin dijitalleşme reformlarına bu Evrensel Kredi programıyla başlamış olması. Dijitalleşme reformları kapsamında devletin sunduğu hizmetler tamamen dijital ortamda yapılmaya başlanıyor. Takdir ederseniz devlet yardımına ihtiyaç duyan insanlar internet erişimi, dijital okur yazarlığı en üst düzeyde olan insanlar değil. Bu grupta milyonlarca engelli insan olduğu ve bunların bir kısmının böyle bir hizmeti kullanma imkanı olmadığını da eklersek durumun vahimliği iyice ortaya çıkar.

Yoksulluğun derinleşmesi ve yaygınlaşmasının en açık göründüğü yerlerden birisi yerel yönetim bütçelerindeki kesintiler. Bu kapsamda son sekiz yılda 500 çocuk yuvası ve en az 340 kütüphane kapatılmış. Yerel kütüphaneler özellikle bu dijital erişimi kısıtlı olan kesimin yeni sistemde işlerini görebilmeleri için can alıcı önem sahip.
Çalışanların dahi yoksulluk sınırının altına düştüğü, dilencileştirildiği sistemde tabii ki mülteciler ve göçmenler de ağzının payını alıyor. Mültecilere ülkenin neredeyse hiç bir yerinde yeterli olmayacak olak günlük 5 Sterlinlik destek acımasızca. Düşük ücretli işlerde çalışan göçmenin de statüleri gereği kamu yardımlarına erişimlerinin olmaması bu grupta da yoksulluğu kaçınılmaz kılıyor.

14 milyon yoksul genel seçimlerde radikal reformlar öneren Corbyn’in İşçi Partisi’ni desteklerse belki tünelin sonunda soluk bir ışık görünebilir.

İyi haftalar ve bol şanslar