İnsan hakları haftası ve artan hak ihlalleri

COVID-19 pandemisi ile birlikte küreselleşen ekonomik, sosyal, siyasal ve hukuksal krizlerin hedefinde insan haklarının budanması ilk sırayı alıyor.

Dünya’da insan haklarını korumak ve hak ihlallerini önlemek amacıyla bundan 73 yıl önce bugün, yani 10 Aralık 1948 tarihinde, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi yayınlandı. Bu bildirgede güvence altına alınması zorunlu görülmüş tüm haklar dünya insanlığın verdiği hak temelli mücadele ve ödenmiş ağır bedeller sonucu kazanılmıştır. Yani bir lütuf değildi. Dolaysıyla insan hakları ve onurunu korumak açısından evrensel ve insani değeri olan bir belgeden bahsediyoruz.

“İnsan haklarını güvence altına almayı” tahaaüt eden Türkiye'de, bu bildirgeyi imzalamıştır.

Yaşadığımız hakikatler ise, Türkiye’nin hak ihlallerini önlemek yerine, sadece imzacı kalmış olmasıdır.

O kadar!

Oysa İnsan Hakları Bildirgesi sadece bir metin değildir. Yaşanması, uygulanması ve korunması gerekek haklar manzumesidir.

Fakat Türkiye’de insan haklarını vesayet altına alan, etnik ve dinsel milliyetçilikten beslenen iktidar, insan hakları yerine etnik ve dinci ideolojilerinin egemenlik haklarını güvence altına almaya ve bunları kurumsallaştırmayı benimsemiştir.

AKP iktidarıyla birlikte, halkın barınma, beslenme, eğitim, sağlık, yaşam ve çalışma haklarındaki ihlaller giderek artıyor. Sadece bunlar değil; bilgi edinme hakkı, basın yayın hakkı, ifade özgürlüğü, toplanma, gösteri ve örgütlenme özgürlüğü hakları gibi tüm temel insan hak ve özgürlükleri sistematik şekilde ihlal ediliyor.

İnsan Haklarının 73. Yılında AKP ile Hak İhlalleri ve Baskılar Sonucu Toplum Daha da Savunmasız Hale Geldi

Evrensel hukuk, insanın doğuştan kazandığı haklarının devredilemez ve ertelenemez olduğunu ifade eder. Fakat doğarken özgür ve eşit olan insan, doğumdan sonraki yaşamında karşı hak ihlalleriyle karşı karşıya kalmaya ve mağdur olmaya devam ediyor.

2022’in arifesinde Türkiye’de AKP iktidarı insan haklarının korunması ve uygulamasında bu evrensel ilkeleri dikkate alınmıyor. Bu bildirgenin temel insan hakları ilkelerinden beslenen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarını tanımıyor.

Türkiye toplumu AKP tarafında baskı altına alınmaya, susturulmaya ve savunmasız bırakılamya devam ediyor. 12 Eylül darbesinin ürünü Anayasa halen korunuyor. Çocuk hakları, kadın hakları, azınlık hakları, farklı inançtan ya da her her hangi bir dine inanmayanların özgürlükleri budanmış durumdadır.

Laiklik ve insan hakları karşıtı olan zorunlu din dersleri ve Diyanet İşler Başkanlığı devletleşmiş din bürokrasisi olarak, siyasal islamcı cemaat ve tarikatlar eliyle toplum dindarlaştırılma devam ediyor. İnsanlar devlet ve cemaatlerin baskı mekanizmasına maruz kalıyor.

Evrensel hukuk değil, iktidarın ideolojik ve dinsel kuralları referans alınıyor, AİHM kararlarına değil, “Ulemaya danışmanın” gerektiğine inanıyorlar.

İnsan Haklarının 73. Yılında İslamizasyon

Türkiye İnsan hakları Evrensel Bildirgesinin Kabul edilişinin 73. yılında, okullarda zorla din eğitimi verme ve Sünniliği dayatma ilkelliği devam ediyor. Çocuklarınhakları ve yüksek çıkarı çiğneniyor. Şimdiden ilköğretim okulunda, çocukların başları zorla kapatılıyor. Bunun adına ise özgürlük diyorlar. Okulda ve derslerde namaz kıldırılması halen devam ediyor. Tüm çocuklarının zorunlu din dersine tabi olması 21. yüzyıl ilkelliği olmaya devam ediyor. Mezhepçi bir ve sürekli dini telkin içeren zorunlu din dersi AİHM kararına, insan haklarına aykırı bir uygulama olup, tam anlamıyla bir ilkellik göstergesidir. Asimilasyoncu devlet uygulamasıdır.

2021 Aralık ayı içinde, MEB Şura Kararları arasında okul öncesi çocuklara din eğitimin verilmesi gibi, çocuk haklarını ihlal eden, bilime, hukuka ve eğitim pedogojisine aykırı siyasal İslamcı tahakküm kuruluyor.

Türkiye'de insan hakları ihlalleri devam etmektedir.

Türkiye'de insan hakları ihlalleri devam etmektedir. İnsan haklarına dayalı, demokratik ve özgürlükçü, çoğulcu bir toplum tasarımı projesi, resmi görüşün halen kabul etmemekte ısrar ettiği ideolojik tercih olarak güncelliğini korumaktadır.

Tek adam rejimiyle birlikte, insan hakları arasında sayılan, barınma, beslenme, eğitim, sağlık ve yaşam hakkı alanında artan insan hakları ihlalleri daha toplumsallaşıyor.

Açlık, yoksulluk ve işsizlik toplumun yüzde 90’nı saran bir kabusa dönüşüyor. Tek adam rejimiyle birlikte, insan hakları konusunda bırakın her hangi bir gelişmeyi, insan haklarında edeta bir kıyım var.

Temel insan hakları konusunda AKP-MHP iktidarı tam anlamıyla Türk İslamcı ideolojik çizgisinde, farklı olanlara karşı dışlayıcı, inkârcı ve hak ihlalleri konusundaki tutumu devam ettirmektedir. Hukukun üstünlüğü ilkesinin yok edildiği, yargı bağımsızlığının siyasal bağımlılığa dönüştüğü bir zamanın içindeyiz.

AİHM’ne yapılan Türkiye başvurularındaki yükselen artışlar bunun kanıtıdır. Kadın haklarına yönelik saldırının bir önemli örneği ise İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak ve kadınları şiddet karşısından savunmasız bırakmaktır.

Farklı kimlikler açısından bakıldığında, İnsan hakları evrensel bildirgesinin kabul edilişinin 73. yılında Türkiye'de;

• Nüfusun üçte birini oluşturan Alevilerin hakları ihlal edilmeye devam etmektedir.

• Zorunlu din dersleri ile çocuklara zorla dinsel eğitim verilmektedir.

• Asimilasyon politikalarının devamı için Alevi köylerine zorla cami yapılmaya, Alevi yerleşim birimlerinde ideolojik müdahaleler devam etmektedir.

• Resmi din dayatması ile farklı inançsal kimliklere yönelik ayrımcılık devam ederken, ayrımcılığa maruz kalanların vergileri ile Diyanet İşleri Başkanlığı finanse edilmektedir.

• "Alevi" kimliğinin resmen tanınması yerine inkâr halen devam etmektedir.

• Cemevlerine yönelik siyasi ve hukuksal inkâr ve ihlaller devam etmektedir.

• Kürtlerin etnik ve kültürel kimlik hakları gasp edilmeye devam ediyor. Kürt sorununun çözümünde şiddetten arındırılmış, barış içinde, eşit koşullarda bir arada yaşama talebi red ediliyor.

• Kürtçe dili üzerinde yasakçı zihniyet halen devam ediyor. 12 yaşında katledilmiş Uğur kaymaz’ların sırtında halen kurşunlar çıkmaya devam ediyor.

• Romanlara yönelik ayrımcılık ve dışlama devam etmektedir. Ayrımcılığa karşı yasal bir güvence halen yapılmadı.

• Romanların eğitiminde yaşanan engel ve dışlama halen devam etmektedir.

• Romanları potansiyel suçlu muamelesi yapmak, günlük davranış haline getirildi.

• Romanların sosyal ve hukuksal güvenliği sorunu halen çözülmedi.

• 15 yaşındaki “Çingene Kudret” Beycuma’daki M Tipi Kapalı Cezaevi’ndeki basket potasına asılı bulundu. Hükümet bu olayı da sessizce örtbas etti. Çingene olmanın dayanılmaz acısı hak ihlalleriyle devam ediyor.

• Her gün 3 kadın şiddet sonucu öldürülmeye devam ediyor. Kadınlar hayatın her alanında ayrımcılığa ve dışlanmaya maruz kalıyor. 2021 yılı kasım ayına kadar bilinen 290 kadın erkek şiddeti sonucu öldürülmüştür.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, Türkiye’de 2021 yılının ilk 10 ayında 1853 işçinin iş kazaları sonucu yaşamını yitirdiğini açıkladı.

· Covid-19 salgını nedeniyle 76.842 kişi ve 180 sağlık çalışanı yaşamını yitirmiştir.

• Farklı cinsel yönelimlere sahip insanlara yönelik şiddet, sokaklardaki saldırı, taciz ve önyargı halen devam etmektedir. Eşcinsellere ve Travestilere yönelik siyasi, hukuksal ve sosyal ayrımcılık toplumsal baskı mekanizmaları güçlendirmeye devam ediyor. İslamcı kesimlerin farklı cinsel yönelimi olan kişileri “hastalıklı” olarak damgalaması ise, bu baskıları daha da artırmaya devam ediyor.

• Eşcinsellik suç olmaktan çıkarılmalıdır ve cinsel yönelim ile cinsiyet kimliği nedeniyle uygulanan ayrımcılık ve şiddetin önünü devlet kesmelidir.

• Gayri Müslimlere yönelik ayrımcılık ve 6-7 Eylül ruhu halen yaşatılıyor.

• Türkiye’de gayrimüslimler yönelik tehdit ve korkunç saldırılar Dink, Santoro, Malatya olaylarında olduğu gibi devam ediyor. Siyasetin ve devletin milliyetçi ve gayrimüslim-fobik söylemi bu ayrımcılığın kaynağı olmaya devam ediyor.

• Kendilerini ifade etmek isteyen, yurt, parasız ve demokratik eğitim hakkı talep eden öğrenciler üzerinde, 12 Eylül’ün ürünü olan faşist bir yapılanma olan YÖK’ün ve iktidarın baskıcı ve yasakçı uygulamaları devam ediyor.

• Üniversiteler anti demokratik yapılarıyla, YÖK, polis, AKP hükümeti ve Cemaatlerin kurduyu baskıcı ve anti demokratik egemenlikleriyle, öğrenciler üstünde kabus olmaya devam ediyor.

• AKP hükümeti eleştiriye, itiraza ve demokratik hak arama taleplerine özgürlük tanımıyor. İtirazlarını, eleştirilerini ve ekonomik, demokratik ve siyasi hak arama talebiyle ortaya çıkan işçileri, gençleri, kamu emekçilerini, farklı kesimleri “teröristlikle” suçlamaya devam ediyor.

• İşsizlere ve yoksullara karşı sosyal olması gereken devlet, ayrımcı ve hak ihlali yapmaya devam ediyor. Türkiye’de 15 milyon insan günde 1 dolarla geçinmek zorunda. İşsizlik ve yoksulluk artıyor. Halkın alım gücü en alt düzeylere düştü.

Türkiye'de Alevilere ve diğer toplumsal kesimlere karşı yapılan ekonomik, siyasal ve hukuksal ayırımcılık ve haksızlık karşısında, siyasi, ekonomik ve hukuksal bir açılım yoktur. AKP hükümetinin herkesin eşitlik haklarından yararlanması için, eşitlik fiilen yaratılmasını sağlayacak ve hak ihlallerine son verilmesini sağlayacak bir siyasi iradesi ve projesi de yoktur.

Devlet, hukuku ve siyaseti dinsel ve dilsel açıdan uyguladığı ayrımcı özelliklerinden arındırmalı, herkesin farklılıkları ile eşit koşullarda bir arada kardeşçe yaşamasını sağlamalıdır.

Eşitlikçi, özgürlükçü, katılımcı ve çoğulculuğu esas alan demokratik bir Anayasa şart!

Bunun için uluslararası belgelere, insan haklarına ve temel özgürlüklere dayalı, bir toplumsal mutabakat sözleşmesi olan eşitlikçi, özgürlükçü, katılımcı ve çoğulculuğu esas alan demokratik bir Anayasa yapılmalıdır. Devletin yurttaşları ile eşit koşullarda ve eşit zeminde buluşması için 73 yıl geçte olsa, adım atılmalıdır.

Bu vesileyle herkesin "İnsan Hakları Haftası" nı kutluyor ve haklarına sahip çıkamaya davet ediyorum.

Savunmasız kalmamak için, insan haklarına ve değerlerine sahip çıkalım. İnsan hakları mücadelesi aynı zamanda bir demokrasi mücadelesidir. Tüm demokrasi güçlerinin, insan hakları ve onurunu korumak, özgürlükleri, laikliği, demokrasiyi ve toplumsal refahı yükseltmek için birlikte, birleşik ve en geniş bir toplumsal iradenin, insan ve hak merkezli siyasetiyle başka bir Türkiye’nin kurulmasına ve inşasına olan umudu yükseltmeliyiz.