Geçtiğimiz hafta açıklanan IPCC (The Intergovernmental Panel on Climate Change) altıncı değerlendirme raporu, iklim krizi konusunda harekete geçmenin önemini bir kez daha anımsattı. Rapor bu sırada bir dizi eleştiriye de konu oldu. Emisyonların bugünden itibaren düşürülmemesi halinde 1.5 derecelik sınıra öngörülenden çok daha erken (10 yıl kadar sonra) varılacağını söylemesi oldukça çarpıcı bir veri olarak dünya basınında yer buldu. Bu tespit, bugün deneyimlediğimiz yangın ve şiddetli yağışların “iyi günler” veya “yeni normal” olarak anacağımız hale gelmesinin an meselesi olduğunu ifade ediyor.

Hayatlarımızın ne gibi zorluklarla geçeceğine işaret eden bu gerçeklik, gelecek nesiller için yaşanacak bir gezegen bırakmak için harekete geçmenin aciliyetini de hatırlatıyor. Bu anlamda küresel ortalama sıcaklık artışının 1.5 derece ile sınırlanması gereğini tekrar eden rapor, karbonsuz bir ekonomi ihtiyacına dikkat çekerken, iklim krizi sorumluluğunu “insanlığa” yüklemesi nedeniyle sol, sosyalist perspektifle bakıldığında bilimsel olduğu kadar ideolojik de olması nedeniyle sert bir şekilde eleştiriliyor.

Publicautonomy.com’da çıkan paylaşımında Steve Darcy “iklim değişikliğinin sistemik köklerini” ve “işçi sınıfı hareketlerinin kapitalizme karşı şiddetli bir mücadele ihtiyacını gizleyen ideolojik bir aygıt olarak” raporun “bilimsel” sınırlarını sorgulamanın önemine dikkat çekiyor. Darcy, bir metnin ideolojik, politik yönlerinin, “sessizlikler ve ihmaller biçiminde” ortaya çıktığına vurgu yaparken, 4 bin sayfalık raporda “insan” kelimesinin 751, “fosil yakıt” ifadesinin 121, “kapitalizm”in ise yalnızca bir sayfada yer bulmasının, metnin ideolojisinin bir yansıması olarak değerlendiriyor.

“En yoksullar acı çekerken” diyor Chris Saltmarsh (“Gezegeni İnsanlık Değil, Kapitalizm Yakıyor”, tribune.co.uk), iklim krizinden kâr eden kapitalistlerdir: “Dünya yanarken karbonsuzlaşmayı engelleyen, karı her şeyin önüne koyan kapitalist sistemdir. Elbette iklim değişikliğinin insan kaynaklı olduğunu söylemek teknik olarak doğru. (...) Ancak bu, krizin oluşmasında tüm insanların bir rol oynadığı anlamına gelmez. Çoğu insan da bu sistem içinde sömürülür, yabancılaştırılır ve marjinalleştirilir.”

Neticede iklimimizi, gezegenimizi, ekosistemlerimizi, çocuklarımızın geleceğini çöküşe sürükleyen temel üretim koşulları üzerinde sorumluluktan ziyade, söz, yetki ve karar talebimiz var. Saltmarsh’ın örneklediği gibi, madenlere yer açılması için topraklarından zorla çıkarılan, yerinden edilen topluluklar ile bu projeleri zorlayan hükümetler ve sermayedarlar aynı suçu paylaşmıyorlar. Bu açıdan krizin gerçek nedeninin gizlenmesi olarak “insan kaynaklı iklim değişikliği” önermesi, hükümetlerin gidişatı tersine çevirmek için doğal kaynaklar üzerindeki yükü azaltmaya yönelik bir niyeti olmadığının da çarpıcı bir ifadesi olarak düşünülmelidir.

İklim değişikliğinin “kesinlikle insan faaliyetlerinden kaynaklandığını” iddiasının raporun manşetleşen tespiti haline gelmesi, aynı zamanda, iklim değişikliği konusunda ana akım medyaya neden güvenemeyeceğimizi de gösteriyor. Sermayeyi aklamayı görev edinen medyaya rağmen, iklim krizini bütün yıkılcılığıyla deneyimlediğimiz bir zamana denk gelen raporun, tüm sorumluluğu “insanlığa” yüklemesini sert biçimde eleştirmek de gezegenin ısınmasında kar için fosil yakıt endüstrisini büyüten kapitalist sistemin sorumlu olduğunu hatırlatmak da böylece ideolojik mücadelede bizlere düşen görevin önemini gösteriyor.