Birleşik Krallık’ın AB’den çıkışı biraz Türkiye’nin AB’ye girişine benzedi. Milliyetçilik kaynaklı bağnazlık yanlış da olsa anlaşılmış olan çözüme engel oluyor. Genel olarak AB’den çıkış tartışmalı durumunu korurken, daha önce defalarca parlamentoda reddedilmiş olan Theresa May’in çıkış anlaşması neredeyse savunulması gereken ‘makul’ opsiyon haline geldi. Çünkü yeni başbakan BoJo ya da nam-ı diğer Osmanlı torunu Boris son hamlesini de yaptı ve parlamentoyu askıya aldı.

Boris’in ne yapmak istediğini kestirmek zor. Trump’ın daha iyi eğitim görmüş ikizi Boris muhtemelen oyundan zevk alıyor ve sonuçlarla pek ilgilenmiyor. Kariyeri Amerikalı ikizi kadar yolsuzluk imalarıyla bezeli olmasa da hatırı sayılır sayıda başarısız girişimi mevcut. Belki de bütün bunları sırf ilgi çekmek ve sevilmek için yapıyor ve arada koca bir ülke heba oluyor.

Boris Johnson başbakanlık atamasını ‘şu ve ya bu şekilde’ AB’den 31 Ekim’de çıkacağız sözüyle kazandı. Özellikle de AB ile bir anlaşma yapmadan birlikten ayrılma vurgusu partinin ve ülkenin aşırı sağının oyunu almasını sağladı. 2016 referandumundan bu yana AB’den çıkma taraftarlarının nüfus içindeki payı yüzde 50’nin altına inmiş olsa da genel olarak aşırı sağa kayışın hızlandığını söyleyebiliriz.

Bunun bir yansıması aşırı sağ partilerin ve siyasetçilerin oylarındaki artış, diğeri ise ırk, milliyet ve din odaklı nefret suçlarındaki artış. Referandum tartışmalarından önceki döneme göre nefret suçları ortalama yüzde 15 dolayında artmış durumda. Bu tür suçların sayısında bazı kritik dönemlerde ani sıçramalar görüldü.

Boris’in parlamentoyu askıya alması gelenekler çerçevesinde kalsaydı kimse bir şey demeyecekti. Çünkü her yasama yılı başlangıcında ve her yeni hükümet programı başında bir iki haftalık aralar verilmesi herkesin kabullendiği ve hatta fayda gördüğü bir durum. Ancak kritik 31 Ekim AB’den çıkış tarihi öncesinde ve müzakerelerin şiddetlendiği iki aylık period öncesinde 5 haftalık askıya alma işi haklı olarak ‘diktatörce’ görüldü. Türkiye tabii ki meclisin askıya alınması hatta çöpe atılması gibi ‘olağan’ durumlara alışkın olduğu için Birleşik Krallık’taki bu 5 haftalık kapatma manasız bir detay olarak görülebilir.

Başbakan inkar etse de herkesin hem fikir olduğu Boris’in AB’den anlaşma yapmadan çıkabilmek ve bunu parlamentonun engellemesinin önüne geçmek için yaptığı. Önümüzdeki hafta bu anlamda kritik hareketlere gebe. Boris’in bu hamlesi muhalefeti bir araya getirdi. İşçi Partisi lideri Corbyn’in geçici başbakan olabileceği fikri Liberal Demokratları zorlarken, anlaşmasız AB’den çıkış için acil yasal düzenleme yapılmasında işbirliği kesinleşti.
Ancak dramanın burada sona ereceğini düşünmek için hiçbir neden yok. İrlanda sınırı sorunu Birleşik Krallık için bir varoluş sorunu. Çünkü er ya da geç Kuzey İrlanda ve İrlanda Cumhuriyeti birleşecek. İngiliz milliyetçiliği AB’den çıkış hedefine ulaşırsa, bunun ilk sonucu İskoçya’nın bağımsızlığı olacak. Varlığı neredeyse tamamen AB’den gelen desteklere dayanan zayıf ekonomisi ile Galler’in de bu durumda bağımsızlık yoluna girmesi kaçınılmaz olacaktır.

Şimdilik yapabileceğimiz sadece varolan parlamentonun ayak oyunları ile ömrünü tamamlamasını beklemek. Bunu erkene almak ise Muhafazakâr Partili bir avuç muhalif milletvekilinin elinde. Gelecek haftasonu ya Birleşik Krallık siyasetinde yeni bir depreme sahne olacak ya da Boris darbesi amacına bir adım daha yaklaşacak.

İyi haftalar ve bol şanslar.