AKP’nin 15 yıldır izlediği, politik değişiklikleri ve ittifakları baş döndürücü hızla devam ediyor. Belli ki eldeki veriler, 2019 başkanlık seçimleri ve yerel seçimler için yeni bir stratejik değişimi zorluyor. Geçiş döneminin ihtiyaçlarını karşılayacak strateji, İslamcılık ile Atatürk’ü “barıştırmak” ekseninde gelişiyor.

Bu, Türkiye’ye yabancı değil. 12 Eylül darbecileri de, “sola karşı İslam ile Kemalizmi barıştırmak” tezini meşrulaştırmıştı. 2002-2010 arası AKP; AB-Kopenhag siyasi kriterleri, “demokratikleşme”, “Alevi ve Kürt açılımı”, ABD’nin Ilımlı İslam eksenindeki BOP ve sol liberalizm, Gülen Cemaati’yle olan ittifaklar döneminde güç biriktirince, “amaç olmayan demokrasi aracından” inip, yeni Osmanlıcılık ve ümmete yolculuk yapmaya başlamıştı.

AKP’nin büyük hayali ümmetçilik. İstanbul Ümmeti’nin başşehri ve Müslüman coğrafyasının siyasi merkezi düşünülüyor. AKP kurmayları bu sürecinin kolay olmayacağını biliyor. İç ve dış dengeler sarsılmış durumda ve AKP ciddi bir kırılmanın içinde ve parti lehine gelişen bir süreçten bahsetmek de mümkün görünmüyor. Dün muhalefetin dillendirdiği argümanlar, bugün AKP içinden yükseliyor; “Milletin değil, devletin iktidarı!” OHAL hukuksuzluğu, mezhepçi bir rejimin inşası için kullanılırken, aynı zamanda toplumsal muhalefete ve demokratik ve sosyal haklara saldırıyor. Tırmandırılan şiddet ortamı ve ölümlerdeki artış ve ekonomik kriz toplumsal huzursuzluğu derinleştiriyor. Eğitim ve sağlık alanında yaşanan gericilik, FETÖ’den boşalan kamu kurumlarında diğer cemaatlere yer açılması endişe veriyor. Yargı ve hukuk sisteminde keyfiliklere de bakılınca, AKP’nin 2019 seçimlerine umutla bakmasını mümkün kılmıyor. Dolaysıyla süreç, AKP’yi yeni ittifaklara ve yeni hedef kitleye mecbur bırakıyor.

Bu ittifak menüsünde MHP ve Vatan Partisi gibi kesimler oluşturuyor. Bu “devletin bekası için” etnik ve dinsel milliyetçiliğe dayalı bir buluşma. Yeni partinin kurulması, açıkça dile getirilmese de, AKP’yi üzmüşe benziyor. Çünkü, MHP ittifakı üzerinden iktidar bloku safına çekilmek istenen milliyetçi taban ve merkez sağ oyları çantada keklik görünmüyor. Bu nedenle AKP, yeni bir geçiş projesi ve stratejisi olarak, Atatürk ve Cumhuriyet ile bir taktik “barışma” yolunu benimsedi. AKP sözcüsünün, “Bizim bugüne kadar cumhuriyetle, cumhuriyetin kazanımları, değerleriyle, Mustafa Kemal Atatürk ile bir sorunumuz olmadı ki. Cumhuriyet de, Mustafa Kemal Atatürk de bizimdir“ açılımı bu nedenle iyi okunmalıdır.

AKP, İslamcı kesime yasalanarak, 2019’u kazanamayacağını biliyor. Milliyetçi taban da bölününce, şimdi merkez sağ, liberal, ulusalcı ve Atatürkçü taban kazanılmak isteniyor. Tarihsel refleksleri kemikleşmiş, siyasal İslamcılığın Atatürk ile barışması mümkün görünmüyor.

İslamcılık Atatürk ve laiklikten rahatsız

Osmanlı’dan devralınan sistemin kökten değişikliğinden rahatsız olanlar ve laiklik ilkesiyle egemenliğin yeryüzüne indirilmesini “dinden sapma” olarak görenler, en çok Atatürk’ten ve “cumhuriyet kazanımlarından” rahatsız olmuşlardı. Cumhuriyet’in kurulması ile birlikte 1920-1940 arası dönemindeki köklü değişimler, siyasal İslamcıların kamusal alandaki etkisini büyük ölçüde ortadan kaldırmıştı. Çünkü, laiklik, dini özel alana ve vicdana ait olmasını savunuyordu. Bu nedenle siyasal İslamcı “dinci aracıların” iktidarlarına ve gerici istismarlara hayat alanı tanımamayı savunmuştu. Başarılmış bir hedef olmasa da, din-devlet birleşimine dayalı Osmanlıcılık yerine, din devlet ilişkilerinin ayrılması savunuluyordu. Önce yönetim şekli cumhuriyet olarak değişti. Ardından Şeriyye - Evkaf ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekaletleri’nin kaldırılmasına ilişkin kanunun 1.maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti’nde yasaları yapmaya ve yürütmeye yalnız TBMM ile hükümet yetkilidir” denilerek, egemenliğin halkın yönetimini ve halkın seçeceği temsilcilerle sürdüren yeni bir burjuva “demokratik” sisteme geçildi.

Medreseler kapatıldı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile “eğitim birliği” ilkesi savunulup, laik, bilimsel ve karma eğitime geçilmişti. İslamcıları kızdıran diğer gelişme ise, Osmanlı rejiminin son kalesi hilafetin kaldırılması oldu. Değişim sadece yapısal düzeyde değil, eğitimde de köklü değişimlere gidildi. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren, din eğitimi ve kurumları kaldırıldı. 1924’te din dersi haftada iki saatte indirildi. 1926’da din dersi haftada bir saate indirildi 1930’da din dersi velilerin isteğine bağlı hale getirildi. 1933’de din dersi kaldırıldı ve tümüyle müfredattan çıkarıldı. Sadece din eğitimleri değil, din okulları da kapatıldı. 1924’te 30 imam-hatip Okulu’nda 2.258 öğrenci kayıtlıydı. 1925’te 34 imam-hatip Okulu’nda 1442 öğrenci kaldı. 1926’da 1009 öğrenciye düştü. 1927’de imam hatip okul sayısı 2’ye, öğrenci sayısı 278’e indi. 1930’da İmam hatipler kapatıldı. 1933’te ise İlahiyat Fakültesi kapatıldı.

Peki İslamcılığın gelişmesini 1945’li yıllara kadar engellemiş Atatürk’ün yaklaşımları ve “cumhuriyetin kazanımları” ile İslamcılar gerçekten barışabilir mi? Hayır. Çünkü, AKP tipi barışmalar kalıcı ve sahici değildir. AKP “demokrasi bizim için bir tramvaydır. istediğimiz durağa gelince ineriz“ dedikleri araçtır. Şimdi Atatürk ile 2019 durağına gidilmek istenen stratejik “araçtır”.

Gerçek de zaten budur.