İstanbul’un etnik/inançsal kimlik haritasının inşasında, göçmenlik her zaman önemli bir işlev görmüş; şehir, bu olgu üzerinden yeni kültürel renklerin de dahil olduğu bir buluşma alanına dönüşmüştür. Başka bir deyişle bu durum, şehrin çok kimlikli yapısının referanslarından da biridir. O kadar ki bu çok dinli/kimlikli yapı Cumhuriyet modernleşmesi yıllarında şehrin büyük ölçüde ihmal edilmesine de etkide bulunmuştur.

Osmanlı dönemi belgelerine göre 16. yüzyıldan başlayarak, şehrin kimlikler dünyasının üzerine memleketin değişik yerlerinden getirilen yeni göçmenler ilave edilmişti. Mesela Karaman ve Konya’dan gelenler Fatih Büyük Karaman’a, Bursa’dan gelenler Eyüp’e, Aksaray’dan gelenler Fatih/Aksaray’a, Çarşamba’dan gelenler Fatih/Çarşamba’ya, Eğridir’den gelenler Eğrikapı’ya, Tireliler Vefa’ya, İzmirliler Galata’ya, Trabzonlular Beyazıt’a, Sinop ve Samsunlular Tophane’ye, Kastamonulular Kazancı Mahallesi ve çevresine yerleşmişlerdi. Etnik kimlikler yönünden baktığımızda ise şark vilayetlerinden getirilen Ermeniler Gedikpaşa, Sulumanastır ve Kumkapı’ya, Araplar Tahtakale’ye, Edirne’den getirilen Yahudiler Eminönü’ne, diğer Yahudiler ise Hasköy’e yerleştirilmişlerdi.

Şehrin göçmenlik halini ‘harici’ göçmenler de etkilemişti. Kırım’dan gelenler Şehremini’ye ve Arnavutlar Silivrikapı’ya yerleştirilmişlerdi. Bunların yanı sıra Endülüs’ten kaçan Müslümanlar Galata’ya, Yahudiler Balat, Kuzguncuk ve Ortaköy’e yerleştirilmişlerdi. Kanuni döneminde Osmanlı ordusu Belgrad’a girince oradan getirilen muhacirler Büyükdere arkalarında bir köye yerleştirilmiş ve buraya da Belgrad adı verilmişti.

Yine Kanuni dönemi deniz fetihleri ile Ege ve Akdeniz’deki adalardan getirilen zanaatkârlar Şişli’nin en eski mahallesi Tatavla’ya (şimdiki Kurtuluş) yerleştirilmişlerdi. Tatavla, Haliç tersanesinde çalıştırılmak için getirilen Rum denizcilerle Ortodoks cemaatinin önemli bir yeri haline gelmişti. Osmanlı’da 1839 Tanzimat Fermanı ile birlikte yabancılara mülk edinme hakkı tanımasıyla Avrupa’dan gelen Levantenler de genellikle Tatavla’ya yerleşmişlerdi. 1877 Osmanlı Rus savaşı sonrasında ise sadece Balkanlardan 400 bin dolayında muhacir İstanbul’a gelmişti. 19. yüzyıl biterken şehrin nüfusunun yaklaşık yarısı artık Müslüman’dı.

İstanbul bu dönemde hem kendisi bir muhacir mekanı idi hem de başka şehirlere gönderilecek muhacirler için bir tür ilk toplanma mekanıydı. Bu durum şehrin muhacirlik yükünü artırmış; II. Abdülhamit bizzat yönettiği bir Umum Muhacirun Komisyonu kurmuş ve komisyon 1878’e kadar varlığını sürdürmüştü.
Şehrin içeriden-dışarıdan gelen göçmenlerin mekânı olma özelliği Cumhuriyet döneminde de devam etmiş; 1923-27 yılları arasında mübadele ile gelenlerden 36 bin kişi değişik süreçlerde İstanbul’a yerleştirilmişti. Kimi zaman muhacirler için orta ölçekli mahalleler inşa edilmişti. Mesela 1951-52 yıllarında gelen Balkan göçmenleri için Taşlıtarla’da 2 bin 414 evin yer aldığı büyük bir mahalle oluşturulmuş; aynı dönemde çeşitli muhacir grupları Kartal, Bakırköy, Üsküdar, Beykoz, Eyüp, Çatalca, Silivri, Yalova ve Beyoğlu’nda iskan edilmişlerdi. Şimdi artık Beşyüzevler, Yüzevler, İskan Evleri gibi adlarla bilinen mahalleler, aslında bu göçmenlik deneyimleriyle ilgiliydi.

1960’lı yıllara geldiğimizde şehrin demografik yapısında muhacir gruplar o kadar belirgindi ki, gecekondulaşmada da onları görmek olağandı. 1963’te Zeytinburnu gecekondularında ikamet eden ailelerin yüzde 51,8’i Balkan muhacirleriydi. Bunların yüzde 20,75’i Yugoslavya, yüzde 20,25’i Bulgaristan, yüzde 13,45’i Yunanistan ve yüzde 10,85’i Romanya göçmenleriydi.

Özetle İstanbul’un mekânsal ve toplumsal dokusunda devlet eliyle yerleştirilen dahili ve harici göçmenler şehrin demografisinde çok önemli bir yer teşkil etmişti. Ne var ki şehrin muhacirliğe dayalı bu göçmenlik hali, genellikle kırsal alandan kendi olanaklarıyla gelen göçmenlerin ve göçmenliğin gölgesinde kalmıştır. Bu yüzden kent-göçmenlik ilişkisi konuşulduğunda kırsal alandan gelen göçmenlerin hatırlanması ve ‘eski’ İstanbullular tarafından yargılaması bir tür alışkanlık olmuştur. Oysa eski İstanbullular da genellikle göçmen gruplardı ve İstanbul aslında her zaman bir büyük göçmen şehri idi.