Hadiseyi çözmüş bulunuyorum! Olup bitenleri kavrayabilmenin yolu “coup d’état” ve “coup de grâce” deyimlerinin arasındaki ilişkide yatıyor.

Hadiseyi çözmüş bulunuyorum! Olup bitenleri kavrayabilmenin yolu “coup d’état” ve “coup de grâce” deyimlerinin arasındaki ilişkide yatıyor. Coup d’état, ku-deta diye okunur, artık siyaset dilimize de yerleşmiş bir deyim, “hükümet darbesi” demek, pek çok kez başımıza geldiğinden Türkçeleşmiş dahi sayılabilir.  Olmayana ergi’den gidersek, demek ki bir coup d’état yaşamıyoruz.

Ama pekâlâ bir “coup de grâce” (ku-degras) yaşandığı söylenebilir. Bire bir çevrildiğinde, “merhamet vuruşu” denebilir; “grâce”, zarafet anlamına da geldiğinden, “zarif darbe” de uygundur; ama genellikle “öldürücü darbe” anlamında kullanılmaktadır. Özelliği şudur: Bu operasyona ölüm acısına son vermek amacıyla başvurulur. Sözlüklerde, “giderek zayıflayan bir şeyi mesela bir kurumu nihai olarak ortadan kaldıran bir eylem ya da olay” şeklinde uzun açıklamaları da vardır. Kısacası maksat öldürmekten ziyade çekilen acıya son verilmesidir, yine de sonuç, ölümdür!

Ağzımdaki bakla ise şudur: Efendim eski cumhuriyetin her kurumu birer birer “coup de grâce” yaşadı; polis, üniversite, medya ve HSYK operasyonuyla da yargı. Ha bire coup d’état töhmeti altında olan Ordu’ya da sıranın geleceği biliniyordu. Ve işte Genelkurmay Başkanı (GKB) ve kuvvet komutanlarının istifalarıyla bu “coup de grâce” da tecelli etti. Yoruma açık bir tespit mi? Öyleyse şunu vurgulamak lazım: İşbu “operasyon”, şimdilik kaydıyla, kurumun belli bir misyonuna yönelik tecelli etti.

***

Aslında önce Öcalan istifa etmişti! Ardından Koşaner ve kuvvet komutanları. Size bir şey diyeyim mi: Öcalan’ın istifası gümbürtüye gitti, oysa bu istifa (eğer bu kez hakikaten geri almazsa) çok daha vahim sonuçlara yol açabilir...

Ama şimdilik şu acil sorulara cevap verelim: GKB ve kuvvet komutanlarının istifasının demokrasiye ne gibi faydası var? Bence pek yok; çünkü “coup d’état” güçlerinin misyonları zaten, AKP tarafından üstlenildikten sonra, darbecilikten azledilmişlerdi... 2002’den sonra olduğu söylenen birkaç darbe girişiminin ve en son 27 Nisan’ın hezimeti tam da bu yüzden yaşanmadı mı?

Evet istifa ettiler, çünkü başka “çareleri” yoktu; “coup de grâce”tan başka... Sahi HSYK üyeleri de Ekim 2010’da (aynı operasyonla) istifa et[tiril]memiş miydi? Sonra ne oldu? Yargı eninde sonunda AKP hanesine yazılacaktı, sorun çıkmadan “zarifçe” yazılmış oldu...

Peki bu istifalar demokratikleşmenin, hadi daha ılımlı söyleyelim, sivilleşmenin bir karinesi mi? Eh, askerin siyaset dışında kalması açısından elbette böyledir. Ancak bu gelişmeyi Marksist siyaset biliminde “devletin baskı aygıtlarından birisi” olarak nitelenen Ordu kurumu sanki lağvedilmekteymiş gibi alkışlayanlara ne demeli? Devlet de, ordu da ve bilhassa polis de yerli yerinde kardeşim!

Ordu ve bilhassa generaller, kendilerini rejiminin bekçisi olarak nitelemeyi sever (ve hatta bunun iç hizmetler kanununda yeri bile vardır!), şimdi rejim değişti, eski rejimin generalleri gidiyor, yeni rejimin generalleri geliyor. Yani memlekette general sıkıntısı da yok...

Bu noktada başka bir ihtimal şudur: İstifa mı? Görevden alma mı? Bu olay, belli ki bir hükümet operasyonu. Çünkü geçen yıl da YAŞ öncesi generallere tutuklama kararı çıktı (ama geçen yıl pazarlık yapıldı), bu yıl da öyle (ama bu yıl pazarlık filan yapılmadı, “coup de grâce” şıklığında bir istifa dayatıldı).  Belli ki bu işler “film” işler ve bu filmin fragmanını geçen yıl yine ağustos ayındaki YAŞ’ta yaşamıştık.

***

9 Ağustos 2010 tarihinde bu sütunlarda, YAŞ öncesi benzer gelişmeler karşısında “Rejim değişirken bekçiler de değişir” diye bir şeyler yazmıştım:

Rejim? Malum, laik ve üniter devlet diye biliniyor (ama kesinlikle demokrasi olmadığını da biliyoruz). Yaşanan konjonktürde, küreselleşme ve bölge koşullarında bu iki parametre artık rejimi belirleyemiyor… Bakın Kürt meselesinde özerklik tartışılıyor, bölgede ılımlı İslam misyonuyla itilafçı neo-Osmanlıcılık rolüne soyunuyorlar. Ama rejimin özü, neo-liberalizm, vahşi kapitalizm rejimin değiştirilmesi teklif edilmek bir yana değiştirilmesi akla dahi getirilmeyen tek maddesi!  Rejim elbette bir çırpıda değişmiyor… Ancak süreçte taşlar artık dizilmiştir; üniversite, medya, eğitim, yargı filan, derken orduya da rejim değişikliği sürecinde “uygun adım marş” deniliyor. Ordu? Ordunun bir diğer adı da “rejimin bekçisi”dir… Kendisi de bu adı pek seviyor. Haliyle rejimin niteliği ordunun iradesi dışında değiştirilince rejimin bekçisinin de misyonu değişiyor… Çünkü şimdi moda deyişle statüko, yani müesses nizam (kurulu düzen) yeniden tesis ediliyor. Sakın ha! Böyle deyince düzen filan değişmiyor, sadece kendisini yeniden üretiyor. “Rejim” de zaten tek kelimeyle “düzen” demek değil mi? Böylece ordu müesses nizam içindeki yeni misyonuna uyum sağlıyor…

Beni okuyanlar hatırlayacaktır, bir süre önce GDO yazmıştım, yani “genetiği değiştirilen ordu”… Şimdi o yazının devamını getirmiş olayım: AKP ile birlikte değişim filan değil mutasyon yaşanıyor.

***

Evet geçen yıl aynen böyle demiştim. Şimdi de, nitekim Necdet Özel yeni GKB oldu; “yeni bir Hilmi Özkök yahu” yorumlarıyla birlikte... (“Nitekim” dedim aklıma geldi; vakti zamanında Kenan Evren “darbeyi önleyecek tek adam” temennisiyle GKB yapılmıştı. Ağzımızdan yel alsın.)

Yani? AKP’nin istemediği generaller gitti, AKP’nin istediği bir General GKB oldu. Hiç de sürpriz olmadı. Murat Yetkin vakti zamanında isabetli çözümlemeler yapmıştı. Bu noktaya gelineceği de zaten geçen seneden beri yandaş medyada konuşulmaktaydı ve hatta geçen ay Taraf’ta Emre Uslu bu hadiseyi, olmadan önce noktası ve virgülüne dek isabetli şekilde kaleme aldı. (“Taraf” demişken: BirGün’ün cumartesi manşeti harikaydı. Ve benden de bir soru: BaranSu kaçırınca ne olur? “Sızıntı!”)

Boru değil, yeni bir rejim (2. Cumhuriyet) kuruluyor ve onun taşları bir bir yerleştiriliyor! Darbe girişimleri iddialarının artık haber değeri yok. Ama GKB’nin ve üç kuvvet komutanının istifasının haber değeri belki şu nedenle olabilir: ÖSYM başkanının bile istifa etmediği bir ülkede GKB’nin istifası önemlidir, ilginçtir. Eskiden olsaydı tarihsel bir olay denebilirdi, ama şimdi değil, sadece ilginç, o kadar... Ve şimdi GKB de AKP tarafından (ironik bir şekilde ve ismiyle müsemma) “Özel”leştirilmiş oldu, tıpkı YÖK, HSYK, ÖSYM filan gibi... Hükümetin adamları her yerde işbaşındalar, o kadar... Ve artık nasıl YÖK’ün kaldırılması filan söz konusu edilmiyorsa, GKB’nin de MSB’na bağlanmasına gerek kalmayacak, aha da buraya yazdım işte...

Yeni rejimdeki misyonlar artık netleşti: Ordu (ABD’yle birlikte) bölgede dış düşmana –Kürtler dâhil- karşı, Polis (özgürlük-özerklik diyen Kürtler, grev yapan, sendikasını savunan, HES’e karşı duran, YÖK’e höt diyen) iç düşmana karşı... Yani iç düşmana karşı darbe lazımsa onu da polis mi yapacak, bilemem!

Peki efendim, darbe tehlikesi kesinlikle ortadan kalktı mı? “Elemterefiş kem gözlere şiş” demenin de faydası yok; çünkü cevap, maalesef, hayır! Birincisi; Ordu oldukça darbe de olur. Maddenin tabiatı budur. İkincisi; ABD, TÜSİAD filan isterse, TSK karşı çıksa bile yine darbe olur; tersi doğru değildir, yani bu ikisi istemeyip de sadece TSK istese bile darbe olabilemez (bkz. Yakın geçmiş). Hem zaten darbecilerin misyonunu başkaları (=AKP) yüklenmişse neden darbe olsun ki? Sırf spor olsun diye darbe yapılmadı bu memlekette...

Eeee? E’si, iyilik sağlık.

Biz şimdi asıl –hem iç hem dış düşman kategorisindeki- Öcalan’ın istifasının sonuçlarına odaklanalım.