Gidişat, iktidarsız iktidar, muktedir muhalefet yönünde ve herkes, bu herkese AKP’liler bile dâhildir, bir hezimetten söz ediyor. Hezimet ise hazmedilmez. Ama belki kusulur. Yani ortalığa daha fazla pislik yayılabilir. Lakin artık pek işe yaramaz. Umut çok klişe oldu, şevk diyelim şevk, insanlara şevk geldi! Umut her zaman vardır ama şevk eksikse bir işe yaramaz, şimdi […]

Gidişat, iktidarsız iktidar, muktedir muhalefet yönünde ve herkes, bu herkese AKP’liler bile dâhildir, bir hezimetten söz ediyor.

Hezimet ise hazmedilmez. Ama belki kusulur. Yani ortalığa daha fazla pislik yayılabilir.

Lakin artık pek işe yaramaz. Umut çok klişe oldu, şevk diyelim şevk, insanlara şevk geldi! Umut her zaman vardır ama şevk eksikse bir işe yaramaz, şimdi şevk (istek, arzu) var. Muhalefet için şevkin sevk ettiği bir seferberlik vaktidir. Şevketli olma vaktidir. Çünkü ‘şevket’in anlamı, moral güç, heybet ve mücadele azmidir.

Seçim iptalinin anlamı ise şuydu: Devlet biziz. YSK, yargı bize itaat eder. Valiler bize itaat eder. Seçmeni yine kandırırız. Hezimet ardından da kurdukları her cümlede aslında aynı zihniyeti açığa vuruyorlar: “Seçimle gitmeyiz” demedik ama seçimle de öyle kolay kolay gitmeyiz. İcabında “seçimle gitmeyiz” de deriz. Ne yapabilirsiniz ki? Yapın bakalım!

Ama o hezimetle artçı sarsıntılarının Saray zemininde daha da yıkıcı olacağı bir deprem yaşandı. Kurnazlık ve risk almak bu kez işe yaramadı. Çekirge yine sıçrayacağını sandı ama sıçrayacak bacaklarının felç olduğunu fark etmemişti. Bunlardan birisi geleceği gasp edilen AKP’li gençlerdir, diğeri de AKP’li kadınlar elbette.

Bu arada meşhur pompalı tüfekliler o gece sokağa çıkamadı. Neden? Çünkü bilhassa ekonomik krizle sinmişlerdi. Veya bir kıvılcımla ters tepecek işler olabilir diye mi çekindiler?

Önümüzde “bir değişiklik olmazsa” seçimsiz dört yıl varmış. Ama değişim zaten başladı ve bundan sonra birçok beklenmedik değişiklik olabilir. Seçim ise ayrıntıda kalır.

Siyaset denklemi bir süredir hep yüzde elli artı bir üzerinden kurulurken, yaratılan kutuplaşma da ters tepiyor. Ama AKP’yi bitiren kutuplaştırıcı dil, liyakatin yok sayılması filan değil, çünkü bütün bunlar zaten AKP’yi ayakta tutan ve varlık nedeni “fabrika ayarları” idi. Artık o ayarlar bir işe yaramıyor, hepsi bu.

Rejim değiştirdiler, bir yılda hurdaya çıktı; faşizmin çerçevesini yerleştirdiler, içini doldurmak istiyorlar ama içini doldururken yüzde ellilik (ve giderek artan) bir toplumsal itirazı ortadan kaldıramıyorlar. Tek adam, keyfilik tamam da, koşullar ve imkânlar dâhilinde, yani müesses ve küresel nizamın keyfini bozmayacak kadar tek adamlık yapabiliyor. Mesela bir şeyi söyleme imkânı varsa söylüyor ve yapıyor. İmkânı yoksa, o söylediğinin tersini söylüyor. Üstelik “geçmişten kalan özgürlük alanlarında” direnç var. K. Boratav “Geçmişten kalan özgürlük alanları hâlâ vardır; ama kesintisiz daralmakta ve (daha da önemlisi) etkisizleşmektedir” derken haklıdır. Son seçimde işte o daralmada bir gedik daha açılmıştır.

O gedikleri çoğaltmak lazım. Ama nasıl? Habertürk’ten M. Sarıkaya, İmamoğlu için “laiklik temelli modern muhafazakârlığın temsilcisi” diyordu. İmamoğlu bu kimliğiyle (İyi Parti’nin filan bünyesinde olduğu) Millet İttifakı’nın sembolü olabilir. Ama bizlerin olamaz. Öyleyse ittifak içinde başka bir ittifak, yani sınıf temelli bir Halk İttifakı şarttır.
CHP yönetimi ise kendisine biçilen modern muhafazakârlık kimliğinde karar kılarsa, salyangozlar (siyasi İslamcılar) ile kaplumbağalar (modern muhafazakârlar) arasında kıran kırana bir yarışa katılmış olur, o kadar.

Siyasette kutuplaşma dilini kırmak güzel de, emek-sermaye kutuplaşması yok mu? Devrimciler zaten hiçbir zaman gerici partilere oy verenleri düşman görmemişlerdir. Yoksulları ve emekçileri düşmanlaştırarak devrim yapılmaz ki. Önemli olan o yoksulları ve emekçileri gericilerin pençesinden kurtarabilmek, onları ikna ederek kazanabilmektir. Bu ikna ise modern muhafazakârlığın temsilcisi İmamoğlu ile değil, temsilcisi bizatihi kendisi olan Halk İttifakı şevkiyle kalıcı olarak sağlanabilir.