Geçtiğimiz haftalarda Metropoll araştırma, kamulaştırma sorusu üzerine yaptığı bir anketin sonuçlarını yayınlamıştı. Anket “Özel şirketlere hasta ve yolcu sayısı garantisi verilerek yapılan şehir hastaneleri, yollar, köprüler kamulaştırılmalıdır” görüşüne katılır mısınız?” sorusunu soruyordu. Yanıtlar, %63,5 Evet; %22,4 Hayır ve %11,4 Fikrim yok şeklinde bir dağılım gösteriyordu.

Anket, konuyla ilgili siyasetçiler, iş insanları gibi farklı taraflardan yapılan çeşitli açıklamalar ardından Türkiye kamuoyunun gündemine giren kamulaştırma tartışması açısından önemli bir veri oluşturuyor. Türkiye kamuoyu olarak niteleyebileceğimiz bir toplamın kamulaştırma konusundaki eğilimini yansıtıyor. Yanıtların dağılımı, kamulaştırmanın bir talebe dönüştüğünü ve hatta yaygınlaştığını gösteriyor. Sosyal medyaya bakılırsa bu sonuç heyecan uyandırmış gözüküyor.

Öte yandan, kamulaştırma, kamu, kamu yararı derken anlaşılanın/ kastedilenin ne olduğu konusunda bir ortaklık olmadığı da gözden kaçmıyor. Örneğin kamulaştırmanın, kamu kaynaklarının gaspıyla büyüyen şirketlerin karı hesaplanarak belirlenecek bir meblağ karşılığında yapılacağı önerilebiliyor. Tüm bunlar bize bu gelişmeler üzerine düşünme zemini sunuyor. Öncelikle anket katılımcılarının %63,5’inin kamulaştırma talep etmesine giden yolların, AKP tarafından uygulanan neoliberal piyasacı politikaları ile döşendiğini tespit etmek gerekiyor. O nedenle kamulaştırma derken kastedilenin ne olabileceğini buradan düşünmek anlamlı duruyor.

Bu politikalar ile tasarı hakkı devlette olan köyler, hazine arazileri, meralar, ormanlar gibi ortak varlıklara, sermaye çıkarları gözetilerek el konuluyor ve özelleştiriliyor. Bu yapılırken kamuoyunu dönüşümlere yönelik ikna etme çabasının bir parçası olarak kamu yararı, kamulaştırma gibi iddialara sıkça sığınılıyor. O nedenle anket sonucu da bu politikalardan bağımsız düşünülemez. Dahası, sonuçlar kamulaştırmayı politik mücadele başlığı olarak yeniden üretiyor.

Kamuoyundaki tartışma başlıklarına bakılırsa, politik bir mücadele başlığı olarak kamulaştırma meselesi her şeyden önce, halka ait olanın sermayeye aktarılması anlamıyla mülkiyeti tartışmaya açıyor. Fakat bununla da kalmıyor, sermaye çıkarları doğrultusunda bir dönüşümün başkaca maliyetlerini de dert ediyor. Tarım arazileri ve meralar gibi ortak varlıkların, doğanın piyasalaştırılarak geri dönülmez biçimde hasara uğratılması bu maliyetlere örnek olarak karşımıza çıkıyor.

Ayrıca, anket sorusu çerçevesinde düşünüldüğünde, yol ve köprü maliyetlerinin halka kesildiği gerçeğini de atlamamak gerekiyor. Böyle düşünüldüğünde denebilir ki kamulaştırma talebi, sermayenin çıkarları karşısında halkı borca sürükleyen kamulaştırma kararları için yönetenleri kamuoyuna hesap vermeye çağırıyor.

Kuşkusuz kamulaştırmanın kavrayışındaki dönüşüm, kavram üzerine verilecek mücadele ile belirlenecektir. Bu bakımdan Meral Özbek’in Kamusal Alan kitabındaki Kamusal Alan Kavramının Kamusallaştırılması ve Kamu Otoritelerinin Kamusal-Özel Alan Söylemleri başlıklı makalesinde dönemin kamusal alan tartışmalarına istinaden yaptığı tespite değinmek yerinde görünüyor:

“(...) farklı toplum, politika ve demokrasi tasavvurlarının kavramı farklı biçimlerde yorumlayabileceği, bu yüzden birbirinden ayrı özel-kamusal alan modelleri ve kamusal mekan tanımları olduğu göz ardı edildi. Böyle olunca yapılan tartışmaların bizatihi kendisinin, tartışmaya taraf olan aktörlerin sınıfsal-toplumsal konumları ve politik görüşlerinin ürünü olduğunu ve aslında süren tartışmanın, sınırlı da olsa bir ideolojik mücadele içerdiğini ayırt etmek de güçleşti”.

Özbek’in bu tespiti, bugünkü kamulaştırma tartışmaları için de akılda tutulması gereken bir uyarı niteliği taşıyor. Öyleyse tartışmanın bir tarafı olarak kamulaştırmadan ne anladığımızı Türkiye kamuoyuna anlatma ve buradan bir talep üretme görevi de bizi bekliyor diyebiliriz.