Şu açıklamaları arka arkaya okuyan/dinleyen “orta zekalı ve objektif dışarıdan bir gözlemci” ne düşünür acaba?

“çözüm sürecine biz mecbur ve mahkûm değiliz.” (Bülent Arınç, 27 Ekim)

“Aslında mevcut gelişmeler malumun ilanından öte bir özellik taşımıyor. Çünkü AKP açısından gerçek anlamda bir çözüm ‘çözüm süreci’ zaten hiç olmadı.” (Duran Kalkan, 3 Kasım)

“Süreç İmralı’da başladı, İmralı’da biter. Partimiz sürecin bitmesini istemiyor. Öcalan ya da hükümet demedikçe süreç bitmez.” (Selahattin Demirtaş, 5 Kasım)

“Çözüm süreci... İmralı’yla şurayla burayla alakası yok.” (Cumhurbaşbakanımsı, 6 Kasım 2014)

“HDP hükümete ev ödevi çıkarmaya kalkmamalı. Ne zaman silahları bırakacaklarının cevabını vermeliler. Kararlı ve tutarlı cevap bekliyoruz.” (Başbakanımsı, 6 Kasım)

“PKK de, Kandil de, Abdullah Öcalan da dahil, burada aktör olarak kim varsa, içerdekiler ve dışarıdakiler hepsi için geçerli hiçbirisi bu süreci bitiremez... Çözümde esas muhatap vatandaş, ama bu bağ nedeniyle de dolaylı olarak HDP ve Öcalan’la görüşülüyor...” (Nurettin Canikli, 6 Kasım)

“Bu provokasyondur, süreci buna kurban etmeyiz. Kimse kendini devletin yerine koyamaz. Çözüm sürecinin sahibiyiz ve devam ettiririz ama kamu düzeninden taviz vermeden, geri adım atmadan, gereken ne varsa yapılacak.” (Yalçın Akdoğan, 5 Kasım)

Bunlar sadece kısa bir aralıkta söylenenler. Bunlara “yol haritasını bilmiyorduk”, “olayları Öcalan tahrik etti”, “hükümet adım atmadı”, “ölümlerin sorumlusu HDP”, “ölümlerin sorumlusu AKP dir” gibi açıklamaları ekleyelim. Şimdi başlangıçtaki “orta zekalı ve objektif, dışarıdan bir gözlemcinin” yerine Kürt sorunuyla ilgili bir yurttaşı koyun ve herhangi bir “kriz” anında nasıl tepki verebileceğini düşünün.

İktidar -en iyi niyetli yorumla- eline yüzüne bulaştırdığı Kürt sorununu, sorumlusu olduğu sokak hareketlerini, şiddet olaylarını ve başarısızlıklarını, ya hâlâ kim olduğuna karar veremediği “karşı tarafa” yüklüyor, ya da her zamanki gibi “komplo teorilerine” sığınıyor.

Genel olarak sağ zihniyetin özellikle de mevcut iktidarın sıkıştığı, yenildiği, başaramadığı her olay sonrasında “komplo” hikâyelerine sığınmasına alıştık artık. Ama bu kez Kürt hareketi de bu komplo hikâyelerine meyletmiş görünüyor.

“Batılı emperyalistler, provokatörler, karanlık eller, malum odaklar, derin devlet, eski senaryo, karanlık yapı” yeniden arz-ı endam eyledi. İyi de kardeşim kim bunlar? Niye bulamıyorsunuz? Bunca izleme, gözetleme, takip fişleme yapıyorsunuz, devasa bir asker/polis/istihbarat ağınız var, ne yapıyor bunlar? İlaç için olsun niye bir tanesini bile açığa çıkaramıyorsunuz?

Oysa işte derini de kirlisi de karanlığı da çırılçıplak karşımızda her şey.

Bir tarafı “bölünme kaygısıyla”, diğer tarafı “Diyarbakır Cezaevi” hikâyeleriyle büyümüş gençlerin ve sokaklara saldığınız kinin ve dinin takipçisi Nusraperver paramiliterlerinizin nasıl bir tepki vereceğini bekliyorsunuz bu “kriz” anlarında?

Şimdi bir de “üst akıl” çıkardılar! Cesaretiniz yok mu bu “üst akıldan” kimi kastettiğinizi söylemeye?

Tabii iktidar böyle konuşunca, sofrasından beslenenler durur mu? Adeta dev bir beyin iğfal şebekesi gibi onlar da başladı televizyonlardan, gazetelerden aynı hikâyeleri okumaya. Karanık yapı, derin yapı...

Karanlığı derini yok kardeşlerim. Kifayetsiz, samimiyetsiz, komplocu, yağmacı, iktidarını sürdürmek için iç savaşı bile göze alabilecek muhterislerin hükmettiği bir devlet var.

İşte tam burada solun, sosyalistlerin ve sosyal demokratların Kürt sorununun barışçıl çözümüne etkin müdahale yöntemini mutlaka bulmaları gerekir. Geçmişte büyük bedeller ödedikleri “barış, özgürlük ve kardeşlik” davasını, asıl sahiplerinin perspektifiyle çözebiliriz ancak.

Bu konuda yeterli birikime, cesarete sahip Türkiye solu. İşe mevcut tablonun aktörlerinin cesur bir eleştirisiyle başlanabilir.

Aksi takdirde şiddet üzerinden bilek güreşiyle, el enselerle pazarlık yürüten bu aptallar ülkeyi felakete sürükleyecek.