Teyp kasedi koleksiyonu yapan genç bir dostum için, Eskişehir’deki aile evine gittikçe taşıyabileceğim kadar kasedi çantama atıp geliyorum. Son seferde getireceğim kasetleri toparlarken üzerinde Barış Manço yazan bir kaset kapağının içinde Barış Manço kasedi olmadığını farkettim. Gypsy Kings’in Bamboleo kasediydi bu. Ancak daha yakından bakınca üzerinde çocuk el yazısıyla “Kendi Bestelerim” yazıyordu. Pek kabullenmek istemesem de bu benim yazımdı. Utançla karışık bir merak içinde evde kalan son kasetçalara kasedimi koymamla beraber yüzüm kızarmaya başladı.

Ünlü bir şarkıcıymış gibi kendimle röportaj yapıyor, kendi bestem adı altında bazı şarkılar söylüyor ve dahası saçma sapan şiirler okuyordum. Bunları da Gypsy Kings kasedi üzerine çekmiştim. Bu benim çocukluk sesimdi ama ben bu kasedi kaydettiğim ânı zerre hatırlamıyordum. Ergenlikte bir ara şiir yazmaya çalıştığımı ve çok kötü olduklarını anımsasam da daha önceki yıllara dayanan bu kaset tamamen belleğimden silinmişti. (Eternal sunshine of the spotless mind mode on)


Bu internet öncesi dönemde geçen bir çocukluk hatırası. Peki, ya bu kasedi hazırladığım dönemde internet olsaydı. Muhtemelen bu saçmalığı Youtube’a yükleyecektim. Belki bu video herkesin dalga geçtiği bir komik video olarak yayılacaktı ve ondan sonraki yıllarda ne zaman Google’a “Ümit Alan” yazılsa bu video yeniden dolaşıma girecekti. Black Mirror dizisinin teknolojiye yenik düşen insan temalı bir bölümü misali, “sen de silah var be güzelim / ben de kurşunlar” nakaratlı pop çağı çılgınlığım da sürekli ayağıma dolanacaktı. Sadede gelelim: Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun derdi, unutulma hakkı, internetteki izlerimiz ve bunun medya okuryazarlığıyla ilişkisi.

Kendi izimizden daha tehlikelisi yok
Ne yazık ki internette iz bırakan her şey benim -internet öncesi çağda kalan- gülünüp geçilecek çocukluk kasedim kadar masum değil. İnternet yaşlandıkça hafızası genişliyor ve geçmiş bazen Demokles’in kılıcı gibi üzerimizde sallanır hale geliyor. Son dönemde sosyal medyada çok sık rastladığım bir şey var. Birisi bir şeyle gündeme geldiğinde hemen eski paylaşımları ortalığa saçılıveriyor. Hatta sosyal medya polemiklerinde taraflar birbirlerine, birbirlerinin eski paylaşımlarının ekran görüntüleriyle giriyor. Oysa bunun bir de 10 yıl sonrası var. Belki bugün herkese geçmişini hatırlatan bir haklılık pozisyonunda olabiliriz ama bunun sonsuza kadar süreceğinin bir garantisi yok. Ne yazık ki kimse düşündüğü kadar tutarlı değil. Ne yazık ki insan o kadar rasyonel bir varlık da değil. Kimi zaman duygularına, kimi zaman cahilliğine ya da önyargılarına yenilebiliyor. Açıkçası insanın kendi bıraktığı izlerden daha tehlikelisi yok bana kalırsa.

Yaygın sosyal medya 10 yaşını geçti
Kendinizi anonim bir kullanıcı olarak görüp, kimi ilgilendirir ki, benim eskiden paylaştıklarım diyebilirsiniz. Fakat bunun ünlülük veya ünsüzlükle doğrudan ilgisi yok. Ağır stalk’a düşmüş bir yeni sevgili adayı için çok şey ifade edebilir. Dahası yarın bir gün bir şekilde kamuoyunu ilgilendiren bir olayın içine düşerseniz, eski paylaşımlarınızın ortaya saçılması dakikaları bulmaz. Silmeye yetişemezsiniz. İnternetin emekleme çağında bunlar çok önemli değildi çünkü insanların değişecek kadar vakti olmamıştı. Ancak sosyal medyanın 10. yılını çoktan aştığımız şu günlerde artık bunlar bir mesele. Sosyal medyaya düştüğünde 15 yaşında sıkıntılı bir ergen olan bir çocuk şimdilerde nereden baksan 27 yaşında. 15 yaşındayken internete bıraktığı bir iz, kendisini değerlendiren bir iş görüşmecisinin dosyasına bile girebilir.
Bu yazıda daha ziyade kendi bıraktığımız izlere değindik. Ancak konunun bir de başkaları tarafından hakkınızda yapılan haber veya paylaşımların ara motorlarında hep kalması boyutu var. Bunun için yargıya başvurabiliyor ve en azından arama motorlarından bunların kaldırılmasını talep edebiliyorsunuz. İnternette hiçbir şey tamamen yok olmaz ama “unutulma hakkı”nın sosyal medya ve internet yaşlandıkça daha fazla gündeme geleceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.

Sosyal medyada bütün hayatımızı etkileyecek bir iz bırakmamız an meselesi. Çocuklarımız, gençlerimiz için de öyle. Böylesi bir deryaya yüzme bilmeden atladık, atlıyoruz. Takılmış plak gibi medya okuryazarlığı deyip durmak istemesem de konu bir şekilde buralara bağlanıyor. Çünkü biz Türkiye, gündeminin anaforuna kapılıp giderken, dünya bu konular için durup bizi beklemiyor. Açıkçası neyin daha güncel olduğuna, her hafta sosyal medya algoritmamın ya da yankı odamın karar vermesi de işime gelmiyor.