İktidar ortaklarının siyaset üretme kapasitesi gözle görülür bir biçimde azaldı. Bu güç erozyonunun iktidar bloku içinde somut sonuçları var. Bir biçimde Saray’a yanaşmış her güç odağı, her klik hatta tek tek şahıslar asıl muktedirin kendileri olduğunu düşünmeye başladı. Tarikat şeyhleri, MHP’liler, Perinçekgiller, Susurlukçular, Pelikancılar, Soylu ve ekibi… Liste uzun.

Ortada bir koalisyon varmış gibi görünse de her birinin kendine ait çıkarları, planları, gelecek senaryoları mevcut. Bu da “sessiz ama derinden” süren bir kavgayı, restleşmeyi ve karşılıklı birbirinin altını oymayı beraberinde getiriyor.


İdamdan İstanbul Sözleşmesi’ne, barolardan TTB’ye, Kanal İstanbul’dan kayyumlara ve daha nicesine kadar peşi sıra gündeme taşıdıkları konular ve bu çerçevede yapılan hamleler, Saray’ın etrafındaki dağınık güçleri aynı yörüngede tutmanın bir yolu. Çünkü iktidarın hem rant çetelerine hem de “devlet için kurşun atan” kadrolara ihtiyacı var. Daha da önemlisi onların “yan yana” olduğunu göstermeye ihtiyacı var. Hal böyleyken kimi zaman tarikatların sırtı sıvazlanıyor kimi zaman Susurlukçuların. Kâh Çiller kadraja girip rejime destek atıyor, kâh Cübbeli elinde bir “liste” ile dolaşıp istihbaratçı rolüne soyunuyor. “Eskiler” ve “yeniler” de bu sayede kol kola poz verip, “fikrimiz iktidarda” mesajı gönderebiliyorlar.

İçişleri Bakanı reddetse de kurumları parsellemiş olan tarikatlar hem birbirleriyle hem de Saray çevresinde hareket eden diğer odaklarla rekabet halinde. Daha önce FETÖ nasıl kendini dev aynasında görüp iktidara şantaj yapmaya başladıysa şimdi bürokratik yapıları mesken tutmuş tarikatlar da her istediklerini yaptırabileceklerini düşünüyorlar. Çocuk istismarcısı şeyhe cesaret veren “nasıl olsa üstü örtülür” beklentisi ya da gerici başhekim yardımcısına “özgüven” aşılayan “ileride daha yüksek mevki bahşedilir” düşüncesi onların şahsi halüsinasyonları değil. Aksine iktidarın anatomik zaafına dair bir okuma, somut bir çıkarım… Biliyorlar ki bir istismarcı şeyh tutuklanır binlercesi serbest dolaşır, bir Edizer görevden alınır, binlercesi makamında oturmaya devam eder.

MHP Lideri’nin de AKP hakkında tarikat şeyhleri gibi düşündüğünü tahmin edebiliriz. Her fırsatta Erdoğan’ı desteklediğini söyleyen Bahçeli, Erdoğan’ın “gücüne” değil bilakis “güçsüzlüğüne” güveniyor. Tüm stratejisini rejimin dikiş tutturması ve MHP’nin de bu rejimin asli unsuru olarak kalıcılaşması üzerine kurmuş durumda. Bahçeli’nin meslek örgütleri başta olmak üzere demokratik muhalefete yönelik operasyonların başlatıcısı konumunda olması bu nedenle tesadüf değil. Bahçeli, AKP’deki kaosu, iç çekişmeleri ve tabandaki çözülmeyi gördüğünden işini şansa bırakmak istemiyor. Ancak MHP her ne kadar muhalefeti baskılama konusunda AKP ile aynı çizgide yer alsa da yakın gelecekte gündeme gelecek seçim kanunu ve siyasi partiler kanunu gibi kilit mevzularda ortağı ile henüz anlaşabilmiş değil.

Kriz derinleşirken Bahçeli tabanına “ama biz iktidarız” demenin ötesinde bir şey söyleyemiyor. “Askıda ekmek kampanyası” gibi işler ise yalnızca tutarsızlık abidesine yeni bir taş ekliyor. Damat Bakan’a göğsünü siper eden Bahçeli, aslında açlık ve yoksulluğun derinleştiğini kabul ediyor. Kendinin zamanını belirleyemediği bir seçim takviminden ve muhtemel sonuçlarından endişe duyduğundan göstermelik kampanyalarla süreye oynuyor.

İktidardaki “fikrin” patenti kimde sorusuna her güç odağı “benim” cevabını verse de ortada bir gerçek var. İslamcılık ile rövanşizm ve şovenizmin karması olan muktedir ideolojisi tek bir hedefe, Cumhuriyet’in kazanımlarını ve demokrasiyi birlikte yok etme hedefine kitlenmiş durumda. Saray rejiminin sürdürülmesini isteyen tüm odaklar hem kitabi olarak hem de sahada kamuculuk, laiklik, yurttaşlık, dayanışmacılık gibi değerlerle savaş halinde. Dolayısıyla kavganın ne olduğu da taraflarının kimler de olduğu da ayan beyan ortada.


Muhalefet sahici bir toplumsal uzlaşma tesis edecekse onu işte bu iktidarın ve ortaklarının savaş açtığı değerlerin üzerine kurmak zorunda. İçi boşaltılmış bir demokrasi kampanyası tabanda bir heyecan yaratmaz. O yüzden demokrasi savunusunun içi emekçiler lehine sınıfsal, yurttaşlık lehine politik ve hukuksal olarak bir mücadele programı etrafında doldurulmalı. SOL’un tarafı belli. Bizim tarafımız grevi ertelenen, yürüyüşüne yasak konan işçilerin; kamucu, laik, bilimsel eğitim isteyen milyonların; doğasına, çevresine sahip çıkan köylülerin, basın özgürlüğü mücadelesi veren gazetecilerin; yaşamları pahasına sağlık hizmeti veren sağlık çalışanlarının; meslek örgütüne sahip çıkanların, kısacası yurttaşlığı yeniden kazanma mücadelesi verenlerin tarafı.

Şimdi varsın karşı taraftakiler düşünsün.