İlham, insana bir seher vakti geldi. Önce gönül mahzenindeki heybesini sırtladı.

Seher yeli esip, kalbine ulaştığında, önce aklı, sonra da ayakları onu hayatın keşif yoluna koydu. Yola çıktığında, seher vaktiydi. Ne zifiri karanlık ne güneşli aydınlıktı. Hayatın düşler sokağında “keşif başlasın” dedi ve asırlar öncesinden başlanan maceranın peşine düştü.

Keşif öyle bir macera ki, düşünen yaratığın, hayvani halinden insani haline gelişini ve halen sürmekte olan hikayesini anlatır.

Yola çıkan kararlıdır. Hakikat ve özgürce yaşam hakkı için bildiği yolda yürür. Zorluklar, engeller, yasaklar, tabular, duvarlar aşılır. Bilme hakkını, inanma hakkını Tanrıya değil, kendisine verir.

Çünkü, keşifçi aykırıdır, devletin, dinin, tabuların, kutsalların değil, konuşan ve düşünen insanın kerametine sığınır.

Keşif olmasaydı, belki de mağaradan uzaya giden yolculuk gerçekleşmeyecekti. Yeniye kavuşmayacak, ötekinin cevheriyle buluşamayacaktı.

Bu yazının keşfi de, bir seher vaktiydi.

Fetih mi, İcat mı, Keşif mi,?
Hayat kimine göre sefere çıkılacak bir fetihtir.

Kimine göre insanı insanda koparıp makinelere bağlayan, teknolojik icatların “devrimidir.”

Kimine göre de kaybolan kadim insanın geçmişine meraklı yolculuktur. Bu heyecanlı yolculuğun hedefinde, gizemleri ve cevherleri sırlanmış insanın yeniden keşfedilmesi vardır.

Zalim, evrene ve insanlığa ait olanı fetheden hırsızdır.

Fetihçi keşfetmez. Gasp eder. Hayatı, insanı, malı, canı ve doğayı ganimetten sayar.

Teknoloji ve bilişim mucitleri ise “insanlık adına” yalanıyla, insanı, insandan koparıp makinelere bağlamak suretiyle, tüketim terörünün modern köleleri haline getirenlerdir.

Peki ya keşifçi?
O, kaybolan kadim insanı ve sevgiyi arayan ve ulaşmak isteyendir. Bu evrende insana ve doğaya ait ve keşfedilmeyi bekleyen gizemleri ve cevherleri ortaya çıkarandır. Keşfi insanın gönül bahçesinedir. İnsanı insana gösteren ve özgürlüğü tanıştırandır. Hayatın heybelerini insanca doldurandır. Doğa ve tüm canlılar ile muhabbet edendir.

Cam ekranlara bakarken, unutulan cemal cemale muhabbetleri arayandır. Ailede, sokakta, mahallede, şehirde ve memlekette artan huzursuzluğu, adaletsizliği, muhabbetsizliği, sevgisizliği, güvensizliği ve vahdetsizliği dert edinendir.

Keşif olmasaydı, insan kendisini ve doğayı keşfedemezdi. Ateş bulunamazdı ve doğada pişirerek tek canlı türü olan insan, kendi soyunu sürdüremezdi. Dil olmazdı, gönülden gönülde, akıldan akla muhabbet köprüsü kurulmazdı. Yazı da bulunamazdı. Böylece bilgi aktarımı da gerçekleşmezdi.

İnsana Ulaşmak
Keşifçi “bunda insana fayda ne” diye sorar, heybesine insana dair güzel, iyi ve hak olanı sevgiyle doldurur.

Fetihçi haritayı öne açıp, bu yerkürenin altındaki cevherlerin, üstündeki insan ve doğa güzelliklerini nasıl ganimet heybesine dolduracağını düşünür.

Mucit ise, atom ve nükleer silahlar gibi insanlığın topluca kökünü kazıyacak olan ürünleri ile gurur duyarken, yeni ürünlerinin sayısından hesabına şişirecek rakamları.

Bugün fetihçiler ve mucitler kol kola geziyor. Hayvani türden insanileşen canlıyı makineleştirmenin keşfi peşindeler.

Mağaradan uzaya yolunu bulan insana, insana giden yol unutturuluyor. Tehlikeli bir fetih ve aşağılık mucitlikle, insanı makineye bağlayacak keşiflerin peşindeler.

İnsandan kopan insanın açlığına da tok bakıyor.

Afrika’da aç insana ulaşmak için 65 milyar dolar verme sırasına girmeyen devletler, silaha 1 trilyon 686 milyar dolar harcayan ve insanlığı yok edecek fethin sırasındalar.

Her bir dakika da 12 çocuğun, yılda 18 milyon insan açlıktan öldüğü dünyada, aç insana ulaşmak için, bir çocuğun günlük gıda masrafı olan 65 kuruş için dayanışma sırasına girmiyor. Obezite insanlık 1,3 milyar ton gıda israfı üretip ve 657 milyon akıllı telefon satın alma sırasına girerken, aç insana ulaşmanın sırasına girmiyor.

Keşifçi kimdir?
Güzelliğin, özgürlüğün ve hakikatin nerede olduğunu bilendir. Karanlıkta değil, aydınlıkta yürüyendir.

Gözü kalbinde olandır. Toprağın üstünü değil, altındaki en derin katmanların damarlarını hissedendir. Buz dağının görünen kısmıyla değil, görünmeyen kısmıyla ilgilenendir. İnsanı görünen suretinde değil de, iç suretiyle okuyandır. Darlaşmış gönül kapılarını güvenle sonuna kadar açandır.

Keşifçi yalnızdır. Dava insanıdır ve herkestedir, ama o, aslında hep “yalnızdır.” Kendi dünyasının özgürüdür.

Hayallinin, umudunun ve orada olduğundan emin olduğu cevherlere ait adreslerin yolcusudur. Bu adresler bazen bir gizemin, bazen bir davanın, bazen bir hakikatin, bazen bir sevginin, bazen de keşfedilirken keşfedilmeyi bekleyen insana aittir.

İnsan en zor bilmece ve ama aynı zamanda da en güzel gizemdir. İnsan aslında zavallıdır. Acınası varlıktır. O yüzden de en çok sevilmesi gereken çocuktur. Kendini saklayan ve sadece keşfetmesini bilene kucağını açandır. Ama her kucak açış keşfetmek ya da keşfedilmekte değildir.

Gerçek keşifler, kendisini saklayan cevherin sadece güvene ve samimiyete kucak açacağını bilir. Çünkü hak etmeyenin ne aklına, ne kalbine, ne eline düşmek istemez. Çünkü keşfedilen cevher, çarçur edilmeyi değil, kıymetinin bilinmesini ister.

Keşif yolcudur. Yüreğindeki sesin kılavuzluğunu, kalbindeki kulağın duymalarına, aklının hayat okumalarına inanır.

Keşfetmeye giderken ve keşfedilmeye kucak açan, heybesini insan ve sevgiyle doldurup, kalbinde hayat taşıyan yolculardır.