Geçen çarşamba Ahmet Çakmak’ın “ÖDP” başlıklı bir yazısı yayınlandı. Siyasi tercihleri, desteklediği ‘kanat’ ya da ‘kanaat’ doğrudur, yanlıştır... Bunları tartışmak niyetinde değilim...

Geçen çarşamba Ahmet Çakmak’ın “ÖDP” başlıklı bir yazısı yayınlandı. Siyasi tercihleri, desteklediği ‘kanat’ ya da ‘kanaat’ doğrudur, yanlıştır... Bunları tartışmak niyetinde değilim. Ancak son dönemlerde kimi solcularda bir takım sözler, genellemeler, evet “yeni ezberler” zuhur etti. Ahmet Çakmak yazısında da bunlardan ikisine takıldım: Ötekileştirme ve barışçıl çözüm...

Elbette bu kavramların ikisi de önemli. Ama hangi bağlamda? Mesela hiçbir solcu kalkıp, “Aleviler kötüdür” ya da “Sünniler ötekidir” demez. “Biz Türk’üz, Kürtler Ermeniler ötekilerdir!” şeklinde konuşamaz. Bunları aklından bile geçiremez. “Haydi, Sivas katliamının intikamını alalım, asalım keselim” diye bir siyaset güdemez.

Peki, ne der? Ne yapar? “Alevi-Sünni, Kürt- Türk kardeştir,” der. “Milliyetçilik kötüdür, ötekileştirmek ırkçılıktır” diye bağırır. Ezcümle, farklı kimliklerin barış içinde bir arada yaşamasını savunur. Kimlik sorunlarının çözümünde kesinlikle ötekileştirmeye karşıdır ve barışçıl çözümlerden yanadır.

Ama toplum kimliklerden ibaret değildir ki... Sıradan bir solcu dahi, toplumların tarihinin sınıf mücadeleleri tarihi olduğunu bilir, kabul eder. Peki, bu söz de mi bir ezberdir? Toplumda farklı kimlikler yanı sıra elbette farklı sınıflar da vardır. Solcunun, sosyalistin zurnasının zırt dediği yer de burasıdır. İnsanlar sadece kimliklerinden dolayı ezilmezler, üstelik ve esas olarak sınıfsal konumlarından dolayı ezilirler. Evet, ezberimden konuşursam: İşte bu ezilenler, burjuvazi tarafından sömürülen emekçilerdir!

Burjuvazi ise, emekçiler indinde, ötekilerdir; öyle olmak zorundadır. Burjuvazi emekçi karşısında zalimdir, tarihte tersi görülmemiştir, emekçilerin sorunları için asla barışçıl çözümler düşünmez. Hele bir greve çıksın, hele bir hakkını arasın, kanunuyla ve cümle kurumlarıyla, tankıyla topuyla copuyla emekçinin tepesine bir balyoz gibi iner. Yalan mı? Pek mi ajitasyona kaçtı, slogan gibi oldu? Ama hayat da zaten böyle değil mi? Burada ‘öteki’ kimdir? Mesela “Yahu bu arkadaş Alevi’dir işçileri sömürmez, bu patron Kürt’tür işçinin hakkını mutlaka verir” denilebilir mi? Bu düzlemde, ötekileştirmeme, barışçıl çözüm hikâyedir. Sınıf mücadelesi varsa, adı üstünde bu bir “mücadele”dir; mücadeleyi zorunlu kılan sorunlar ise barışçıl çözüme imkân tanımaz. Burjuvaziyle barışık olan, uzlaşma peşinde olan emekçi zaten hapı yutmuş demektir, ütüleceği baştan bellidir.

Şimdi bu sınıf mücadelesinde, burjuvaziyi ötekileştirmeyelim mi, bizden mi sayalım? IMF’yle, sermayeyle olan sorunlarımızı, barış ve yumuşama yoluyla çözmek nasıl mümkün olsun? Böyle bir tercih bir sosyalistin içine nasıl sinsin? Biz ne vakit “güler yüz” göstersek, herifler bize bakıp pişmiş kelle gibi sırıtmayacak mı?

Yani Ahmet Çakmak, kıymetli hocam! Diğer yazılarında bu sınıf meselesini gazetemizde enine boyuna inceleyen bir arkadaşımız olduğun için yazdım bütün bunları. Çünkü tercih beyan ettiğin “ÖDP” başlıklı yazında, tek kelimeyle, hakikaten tek kelimeyle bile sınıftan söz etmemişsin. Belki de tercih edilenler bundan pek hazzetmediği içindir, bilemiyorum. Bir süredir, sınıf mücadelesinin adını dahi anmak, “sınıf indirgemeciliği” yaftasıyla tu taka edildi. Her şey kimlik ekseninde açıklanmaya, bu eksenin kavramları öne çıkarılmaya başlanır oldu. Lakin böylesine de “kimlik indirgemeciliği” denmez mi? Yahut da; “benim solcum kimlik okur, döner döner kimlik okur!”

Lafımın bundan sonrası Ahmet Çakmak’a değil. Yeri geldiği için soruyorum: Sol içinde geçmişe özlem duyanlar yok mu? Elbette var. Mesela kimi aydınlar 1965’lerdeki birinci TİP deneyini ağızlarından düşürmüyorlar. O dönemde mecliste hakikaten barışçıl TİP’li milletvekilleri vardı. Ama bu milletvekilleri, meclis çatısı altında paso dayak yerlerdi, çünkü sağcı milletvekillerinin asaplarını feci şekilde bozarlardı. Şimdi bir tek Kamer Genç dayak yiyor, lakin o da solcu değil ki... Haydi, sınıf lafından da vazgeçtik diyelim, yahu “kriz, açlık, yoksulluk” filan dediğimizde bile, “hah işte, Ergenekon sürecini küçümsüyor, sol içine sızmış ulusalcılar” diye küfür etmiyorlar mı? Kendileri ise, şimdilik polisin askeriyeye yaptığı operasyona alkış tutuyorlar; bir eda, bir tafra, bir cesaret gösterisi, sormayın gitsin. Sanki darbe yapılmış da bu muhteremler tankın üstüne tırmanmış sanırsınız...

Gerçi onun da sırası var; “28 Şubat bin yıl sürecek” denilen bu memlekette belli ki Ergenekon(ları) tasfiye süreci de bin yıl sürecek!