Ayşenur Arslan geçen pazartesi gazetemizdeki yazısının sonunda bir şeye dikkat çekti. Melih Altınok, Sabah gazetesinde ağızların altında yatan baklayı sermişti zira: “Güvenlik mi, özgürlük mü?” diye sormuş, mevzuyu Ankara’da özgürlükler kısıtlanacak diye fazla güvenlik önlemi alınamamasına bağlamıştı. Bu da Ankara’daki son bombalama olayına yol açmıştı Altınok’a göre. Dolayısıyla böyle hallerde özgürlükler kısıtlanabilirdi. Ayşenur Arslan, Altınok’un bu çıkışını “savaşmasak” da “savaş hali”nin iktidara sağladığı avantajlarla açıkladı. Çok haklı. Halkı böyle bir tercihe zorlayınca, pek çok şey de meşru görülmeye başlanıyor. Onun kaldığı yerden devam etmek isterim bu haftaki Köşe Vuruşu’nda. Yeni örnekler var zira:

1-HİLAL KAPLAN FIRSATÇILIĞI
Hani tam da yukarıda bahsettiğimiz “güvenlik mi, özgürlük mü” koridoru açıldı ya, Kaplan oradan atılarak - ve Cerattepe’yi kastederek- döşemiş şu satırları: "Türkiye, IŞİD hücrelerine olduğu kadar PKK ve radikal sol örgütlerin terör hücrelerine de toplu bir müdahale yapmadığı sürece içerdeki bu kırılganlık da artarak devam edecektir." Yani hepsini aradan çıkartıverelim deyivermiş. Tabii burada kim sol örgüt, kim radikal sol örgüt o tanımları da yeni baştan yapacaklar. Tekrar tekrar yaşadığımız bir gerçek bu zira. Terörist tanımı ülkemizde epey esnek malumunuz.

2-‘SABAH ÇORBASI’ TARİFİ
Sabah gazetesi, Artvin Cerattepe’deki direnişteki müthiş sırrı çözmüş ve bu sırrı bir çorba tarifi olarak vermeyi uygun görmüş. “HDP, PKK, CHP, FETÖ ve Geziciler provokasyona devam ediyor” başlığıyla vermiş haberi. Ne güzel çorba tarifi değil mi? AKP’li olmayan tüm unsurlar var. Zira yaratmak istedikleri ‘güvenlik mi, özgürlük mü’ algısında, tüm bu unsurları “güvenlik” sorunu olarak tanımlayacaklar. Böylece hiçbirinin birbirinden farkı kalmayacak. Muhalefet partisi de var, cemaati de var, örgütü de var. Ne istersen? Bu bitirilmek istenmeyen ‘savaş hali’nin ‘avantajı’ tam burada.

3-CAN DÜNDAR RÜŞVET ALDI İDDİASI
Hani “Can Dündar-Erdem Gül” iddianamesinden elle tutulur bir şey çıkmadı ve alay konusu oldu ya, şimdi onu ‘basın özgürlüğü’ sorunundan çıkarıp bir ‘güvenlik’ sorununa dönüştürmek gerek. İşte tam o noktadan yakalayıp Can Dündar’ın rüşvet aldığını iddia etmişler en son. Güya o tır manşetini rüşvet aldığı için yapmış. Can Dündar’a fahiş fiyatla ev satın almışlar falan feşmekan. O dosyayı ilk haber yapan Aydınlık gazetesine ne aldılar peki? Stüdyo daire mi? Saçmasapan bir iddia. “İddianame su sızdırıyordu acil yama yapma ihtiyacı” duyduk itirafı olarak okudum ben açıkçası.
Üç örnekten de görüldüğü üzere tüm çaba ‘güvenlik’ sorununu bahane ederek her türlü ‘özgürlüğün’ önüne set çekme çabası. Çünkü eğer özgürlükler yürürlükte olursa muhalefet güçlenir ki, kafalardaki temel ‘güvenlik’ sorunu bu. Dolayısıyla kırk katır mı, kırk satır mı paradoksunu dayatıp, havuz medyaya havale ediyorlar. Altınok, Kaplan vs. gibi kalemşörlere de işi satıra dökmek kalıyor. Yerseniz.

***

Umberto Eco ve gazetecilik
Geçen hafta kaybettiğimiz Umberto Eco’nun son romanı Numero Zero* gazetecilik üzerineydi. Bir yıl boyunca hazırlanan ama hiçbir zaman çıkmayacak, başka bir deyişle şantaj için kullanılacak bir gazetenin hikâyesi vardı fonda. Üstat Eco, gazeteciliğe hayli ironik yaklaştığı bu romanda bir karakter ne söylüyor bakın: “Sorun şu ki, gazeteler haberi yaymaya değil, örtmeye yarıyorlar. X olayı oluyor, söz etmemek mümkün olmasa da çok kişiyi küçük düşürecek bir haber bu; işte o zaman aynı gazeteye tüyleri diken diken edecek, örneğin dört çocuğunu boğan bir annenin, suya düşecek tasarruflarımızın, Garibaldi’nin Nino Bixio’ya yazdığı mektubun haberini koca manşetler atarak verirsen, asıl haber enformasyon okyanusunda boğulur. “ Aylar önce Alain de Botton’un Haberler kitabı vasıtasıyla da değinmiştik benzer şeylere. Hele ki internet gazeteciliğinde... Büyük yazar Eco’yu bu önemli yorumunu aktararak uğurlamak istedim. Bize kattığı her şey için teşekkürler.

*Sıfır Sayı-Doğan Kitap-2015
Çev: Eren Yücesan Cendey