Uzaktan eğitimin ilk günü; her gün okullarımızda öğrencilerimizle birlikte yaşadığımız gerçeklik evlerimizin içine kadar girmiş oldu. Tüm veliler, yurttaşlar dinletilen ilahileri duyunca, idam görüntülerini izleyince büyük bir şok yaşadı. Bizim açımızdan ise izletilen görüntüler, dinletilen ders içerikleri hiç şaşırtıcı değildi. Kamusal, laik, bilimsel eğitimin yok edilişinin sonuçlarını, tablosunu izledik hep birlikte...

Milli Eğitim Bakanlığı’nın uyguladığı politikalardan, ders kitaplarının içeriklerine, müfredatta yapılan değişikliklerden, cemaatlerle yapılan işbirliklerine, protokollere kadar bu süreci öğrencilerimizle birlikte en can acıtıcı haliyle yıllardır yaşıyoruz.

Milli Eğitim Bakanlığı politikalarını, anlayışını, ideolojik bakış açısını belirleyen yeni rejim inşa fikridir, hattıdır. Şiddet, dini öğreti görüntüleri örtük müfredat üzerinden çocuklarımıza, öğrencilerimize bir siyasal anlayış, yaklaşım biçimi dayatılmaktadır. Kamu kurumu niteliği taşıması gereken Milli Eğitim Bakanlığı tam da bu yüzden bir siyasi partinin, iktidarın organı gibi hareket etmektedir. Ki fiili işleyişiyle de öyledir... Koronavirüs salgını gibi olağanüstü bir süreç yaşarken dahi iktidarın yeni rejim inşasını çocuklarımız üzerinden sürdürme kararlılığı örgütlü kötülüğün boyutunu bize bir kez daha yaşatmıştır. Herkesin yaşamla ölüm arasında en kaygı verici anları yaşadığı günlerde her gece okutulacağı açıklanan ezanlar, dualar da bu karanlığın yaşatılmaya devam edileceğinin kanıtıdır.

Ancak aynı zamanda siyasal İslam’ın bilimin, bilim insanlarının önünde diz çöktüğü günlerden geçiyoruz. Diyanet İşleri Başkanı koronavirüs salgınına karşı önlem olarak camilerin kapatılacağı, cuma namazlarının kılınmayacağı açıklamalarını yapmak zorunda kalıyor; emekçilere sabır ve dua ile çalışmaya devam edin diyenler, şatafatlı evlerinden, binalarından, saraylarından dışarıya adım dahi atmıyor, bilim insanlarının yapacağı açıklamalar bekleniyor.

Siyasi iktidar ve organları hangi açıklamayı yaparsa yapsın halk koronavirüs salgını ile bilimin, bilimsel eğitimin ne kadar yaşamsal bir mesele olduğunu her gün bizzat yaşıyor ve siyasi iktidarın temsilcilerini değil, bilim insanlarının açıklamalarını, bilimsel araştırmaların sonuçlarını esas alıyor.

Aydınlanma mücadelesi yüzyıllar süren sınıfsal ve ideolojik kavgalar tarihidir aynı zamanda... Laiklik başlığı altında yürütülen kavgalar, düşünceyi kısıtlayan her türlü tekeli yıkarak, gerçek anlamda özgürleşme kavgaları olmuştur. Bu kavgalar modern çağa girilirken teoloji-felsefe kavgası olarak yaşanmış ve ilhamını doğa bilimlerinden alan felsefe her şeyin özgürce tartışıldığı entelektüel bir alan olarak ortaya çıkmıştı ve bu kavga, belli bir coğrafyada ve belli maddi koşullar temelinde özgür felsefenin, bilimin zaferiyle sonuçlandı. Engels, 1840’larda “İlahiyat, zamanla ya özgür bir felsefeye dönüşür ya da kör bir inanç haline gelir.” demişti. Marx, ideolojileşmiş bir dinin, toplumsal sınıfsallaşma temelinde “afyon” işlevi görebileceği gibi, “kalpsiz dünyanın ruhu ve esprisiz bedenlerin esprisi” şeklinde “yoksulluğa karşı protesto” da olabileceğini söylüyordu. Aydınlanma mücadelesi tarihinde de özgürlüğün karşısındaki en büyük barajlar yıkılmaya başlayınca, kutsal inançların da sınıfsal alana taşınıp ezilenlerin direniş aracı olması doğaldı.*

Uzaktan eğitimin ilk gününde yaşatılan o karanlık birbirimize, insanlığa, yaşama dair umudumuzu, inancımızı azaltamaz. Koronavirüs salgını sürecinde tüm dünyada bilimin gücü karşısında eşitliğin, özgürlüğün karşısındaki tüm söylemler, politikalar kaybediyor, kaybetmeye devam edecek. Bugünleri birlikte atlatacağız. Ve bu zorlu günlerin sonunda bilim kazanacak, dayanışma kazanacak.

*İslam, Laiklik ve Aydınlanma Savaşı/ Taner Timur