Geçtiğimiz günlerde Tribunemag.co.uk’de, ‘How Corporate Welfare Props up the Billionaire Class’ başlıklı bir metne denk geldim. Grace Blakeley, metinde pandemi döneminde zenginlerin servet artışını irdeliyordu. 2020’nin milyarder servetindeki en büyük artışa tanıklık edilen bir yıl olduğunu hatırlatarak “Toplumun en tepesindekilerin servetindeki dramatik artışın, dünyanın her yerindeki kapitalist devletlerin doğrudan müdahalesi olmasaydı imkânsız olacağını söylemek abartı olmaz” diyor. Eşitsizlikleri ‘serbest piyasanın işleyişinin doğal sonucu olduğu temelinde meşrulaştırmaya’ çalışanlara, devletlerin müdahalelerini hatırlatıyor. Yazıyı şöyle bitiriyor Blakeley: “Kamu gücünün, emeğin sermaye üzerindeki çıkarlarını desteklemek için kullanıldığı bir dünya hayal etmek mümkün olabilir, ancak bunun, kapitalist devlet içinde ve dışında sınıf mücadelesi olmadan başarılmasının hiçbir yolu yoktur.”

***

Zenginlerin daha da zenginleşmesini garanti eden politikaların, eşitsizlikleri derinleştirdiği tartışmasız ve hiçbir manipülasyonun üstünü örtemeyeceği kadar da gündelik bir gerçek. Çay üreticilerinin geçen haftaki isyanı da buna karşıydı ve bu nedenle önemliydi. Kotaya ve kontenjana son, özel sektörün gücünü artırma pahasına çay üreticilerini sömürmesine zemin hazırlamaktan vazgeçin demekti. Kamu gücünün, emeğin çıkarları için kullanılmasını talep etmekti. ÇAYKUR’un göz göre göre artan zararının ortaya çıkardığı dönüşümün, çay üreticileri için, sınıfsal olarak ne anlamlara gelebileceğini görünürleştirdi.

***

Temel geçim kaynağı çay olan Doğu Karadeniz halkı da Rize’de, Hopa’da, ÇAYKUR genel müdürlüğü önünde, sokaklarda, bahçelerinde kota ve kontenjan uygulamalarını, sonuçlarını ortaya sererek “Servetiniz bizden çaldıklarınızdır” diyerek protesto ettiler. Hopa’daki üreticilere polis saldırdı, haklarını aramaları engellenmeye çalışıldı. Gözaltına alındılar. Haksızlık görünürleşti, daha yaygın duyulur hale geldi ve yankı buldu. Herkesin gözü, kulağı Hopa’ya döndü. Bu kez daha geniş kesimler, çay üreticisinin ağzından duyma fırsatı buldu.

***

ÇAYKUR daha birinci sürgünün ikinci gününde, alımlara kota koyarak vurdu çay üreticisini. Bu üreticiyi özel sektöre mahkûm etmek anlamına geliyordu. Özel sektör ise, zaten düşük olan taban fiyatı daha da aşağı çekmekten geri durmadı. Hatta bazı durumlarda, 2020 taban fiyatının bile altına çektiğini söyleniyor. Şirketler biliyor ya, üretici mecbur, o gün satmak zorunda. Yoksa üreticinin elinde kalacak ürün... Bunlar yetmezmiş gibi piyasa koşullarının, serbestliğin hükmünde şirketlerin ödemelerinde de sorun yaşanıyor.

***

Şöyle anlatıyor SOL Tv’de Ahmet Parlak, özel sektör 1.sürgünün yüzde 20’sini bir ay içinde ödüyor; kalanını 2022 Mayıs’ta veriyor. Bunun içinde kuru çay da (!) olacak diyor... Üreticiye ödeme yapmak yerine kendi ambalajıyla paketlediği çayı veriyor yani. Böylece de üreticiyi özel sektörün pazarlayıcısı haline getiriyor. Yani ÇAYKUR, kota ve kontenjan uygulamaları ile üreticiyi özel sektöre mahkûm etmekle de kalmıyor. Şirketler için yok pahasına bir de pazarlamacılık yapmak zorunda bırakıyor.

***

Çay üreticileri ek iş yapmak zorunda kalıyor. Yine de geçinemiyorlar. Çay üreticisi emeğine, işine, çaya yabancılaştırılıyor. Çay politikaları üreticiyi ve ihtiyaçlarını görmüyor. Piyasada şirket hâkimiyetini ve payını artırma pahasına üreticinin emeğini, haklarını çiğniyor. Kota ve kontenjana karşı çıkmak, emeğin haklarına sahip çıkmak anlamına geliyor. Ne diyordu Hopa’lı genç... Hopa sahiline dolgu yapmak için milyon dolarlar harcayabiliyorlar ama yeni fabrikaya veya eskisinin onarımına zırnık yok. “Kimseyi kandırmasınlar. Üreticiyle, çiftçiyle, gençlikle uğraşmasınlar.”