Amasya Valiliği’nin Çambükü Köyü’nü de içeren 790 dönümlük bir alana yapmak istediği Organize Sanayi Bölgesi (OSB) projesini duymayan kalmamıştır. Köyün kadınlarının, gençlerinin inatçı ve cesur direnişi, itirazın görünürleşmesini sağlayarak kendi kamuoyunu oluşturdu. İktidarsa her zamanki gibi ne itirazı görüyor ne başka bir şeyi. Hukuksuzluğa arka çıkıyor, kolluk güçlerinin iş makinelerine karşı direnen, kadınların önüne yığmaktan geri durmuyor.


***


Görmezden gelineni, bu direnişin karşı durduğu şeyi en iyi özetleyen ifadelerden biri ise köyün eski muhtarı İlyas Celep’e ait. Fundanur Öztürk’ün haberine göre köyden geriye “Bir tek evlerimiz kaldı, geri kalan her şeyimiz OSB bölgesine katıldı” diyor eski muhtar[1]. Projenin köylerine, köylülüğe, köyün birikimlerine, geçmişine ve geleceğine de kast ettiğine işaret eden bu isyan, AKP’nin “kırsal kalkınma” kavrayışını da özetliyor. Tarla, bağ, bahçe ne varsa yok etmeye dayanan ekilip biçilecek tohum, karın doyuracak bir karış toprak kalmayıncaya kadar köylerin kökünü kurutan bir kalkınma kavrayışı bu.

Bıkmak usanmak bilmeden, zeytinliklere kast edilmesinin arkasında da artık kalıplaşmış aynı motivasyon var. İktidar son 20 yılda Zeytincilik Yasası’nı defalarca değiştirmek istedi. Her defasında yargıdan döndü. Yargıdan döndürülerek zeytin katliamına dur denilen son kararın üstünden henüz birkaç ay geçti ama durmak ne kelime, iktidar hız kesmedi. Geçtiğimiz günlerde zeytinlikleri maden faaliyetine açacak yeni bir düzenlemeyi torba kanun teklifiyle 10. Kez (!) gündeme getirdi.

***

Halka ait olan tüm kamusal varlıkların, müştereklerin, üretimin piyasacı bir anlayışla değersizleştirilmesi ve değişim değerine indirgenmesi şüphesiz ki demokrasi kültürünün yozlaşmasından, tek adamcılıktan bağımsız değil. Çambükü’nde köye ait meraların vasfının ve çevre planının değiştirilmesi de 32 dönümlük özel tapulu alanın acele kamulaştırma ile hazineye aktarılıp kamu yararı hiçe sayılarak piyasalaştırılması da, zeytinliklerin tüm toplumsal itirazlar görmezden gelinerek defalarca yok edilmek istenmesi de bu zihniyetin kırsal kalkınma anlayışını yansıtıyor.

Tıpkı 2012 yılında yapılan büyükşehir yasası gibi. Büyükşehir sayısını 30’a yükselten bu yasa ile köylerin tüzel kişilikleri ortadan kaldırılmıştı. Köy kahveleri, su kaynakları ve arazilerin büyük bir kısmı üzerindeki tasarruf hakkı il ve ilçe belediyelerine devredilmişti. Böylece köylülerin, köylerin müşterekleri üzerindeki hakları da ihlal edildi. Köyler mahalleye dönüştürülürken köylünün karar mekanizmalarına katılımı ve yaşam alanını üzerindeki tasarrufu engellenerek onlarcasına tanıklık ettiğimiz tarım alanlarının talanı, işlev dışı kullanımı artmış oldu. Kır ekosisteminde geri dönülmez hasarlar ortaya çıkaran bu yasa ile tarımsal üretime zarar verildi.

Yasadan 8 sene sonra bu hasarları onarma iddiasıyla “kırsal mahalle” kanun değişikliği gündeme getirildi. Fakat görüldüğü gibi nafile… O zaman da yazmıştım: “Tarıma verilen zarar onarılmak isteniyorsa, her şeyden önce tarımın, emlak, imar ve su vergisinden daha fazlası olduğunu görebilmek gerekir. Tarımı, bir toplumsal üretim süreci olarak görebilmek; kırsal yaşam biçimlerini, köylülüğü de buradan hareketle sürdürülebilir kılmak gerekir. Kırsal alanın önemli bir kısmının kentleşmesini; belde ve köylerde yaşayan, tarım ile geçinenlerin su, mera, toprak gibi doğal varlıklara erişiminin kısıtlanmasını; üretimin büyük tesislere ve işletmelere hapsedilmesini, tekelleşmeyi; yaşam pratikleri ve üretim biçimlerinin dönüştürülmesini zarar olarak görebilmek gerekir.”[2]

Dolayısıyla, gerek Çambükü’nü gerekse de talan edilen tüm müşterekleri, zeytinlikleri korumak için iktidarın mevcut “kırsal kalkınma” kavrayışını toptan reddeden bir mücadele perspektifi benimsemek elzem. Köy tüzel kişiliklerinin ve varlıklarının geri kazanılması bu anlamda kırsal alanın demokratik işleyişinin bir adımı olarak önemli bir mücadele alanı olmayı sürdürüyor.

[1] https://www.bbc.com/turkce/articles/c6pv0y5zp78o
[2] https://www.birgun.net/haber/kirsal-mahallenin-tarima-etkileri-330786