Ev baskınları, yargısız infazlar, gözaltında işkence, sallanan (aslında olmayan) hükümet, savaş… 90’ları çok sık anar olduk. O yılların unutulan en büyük fenomeni köy yakmalar ise, Irak Kürdistan Özerk Yönetimi’ndeki Zergele köyünün bombalanmasıyla düştü hayatımızın orta yerine.

“TSK uçakları, üç gün önce sabaha karşı bir vakitte sivillerin yaşadığı Zergele köyünü bombaladı. Bombardımanda on köylü öldürüldü, 15 köylü yaralandı.”

Haberin ajanslara düşmesinin hemen ardından, tarihi katliamlar, köy yakmalarla dolu devlet yalanlamaya girişti. TSK “Biz öyle şey yapmayız” dedi. Dışişleri Bakanlığı “üzüntüsünü” belirtti.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu ise olayı şöyle anlattı: “İlk bombalamada bir köylü kadın yaralanıyor. Herkes onu kurtarmak için yanına gidiyor. Kandil belediyesi çalışanları da sesi duyunca köye yöneliyorlar. Tam bu sırada uçaklar tekrardan geliyor roket vuruyor; sekiz sivil ölüyor, 20’ye yakın da yaralı var. İkinci saldırı alan üzerindeki keşif uçağının yönlendirmesiyle yapılıyor.”

ABD’nin icazetiyle girişilen bir işin, aynen Afganistan, Irak ve başka birçok ülkede olduğu gibi, ABD’nin yöntemiyle bitirileceğini öngörmek kehanet değil. (Kaldı ki Türkiye’nin 90’lar ve 80’lerdeki uygulamaları da Anadolu topraklarında keşfedilmedi.)

Gerillayla savaşarak başedemeyen düzenli ordu, çevredeki sivil halkı katlederek onu yalnızlaştırmaya çalışır. Eski ve birçok coğrafyada uygulanan bir teknik. Biz bu coğrafyadakilere aşinayız.

Mesela: Şırnak’ın Kumçatı ve Koçağlı köyleri, 26 Mart 1994’te TSK’ya ait savaş uçaklarıyla bombalandı. 38 kişi öldü, onlarca kişi yaralandı. Evleri büyük zarar gördü, hayvanları da öldü. Köy yaşanmaz hale geldi. Kuşkonarlılar ertesi gün eşyalarını toplayıp köyden kaçtılar, bir daha da geri dönmediler. Genelkurmay Başkanlığı, “O tarihte o bölgeye bir hava operasyon düzenlenmedi...” dedi. Dava falan da açılmadı.

Lice yakılalı kaç yıl oldu örneğin? Diyarbakır’ın Lice ilçesinde 22 Ekim 1993’te 16 kişi öldürüldü, çok sayıda ev ve işyeri yakıldı. Yüzlerce kişi göçe zorlandı. İlçenin köyleri de yakıldı, köylüler işkence gördü, öldürüldü, geçim kaynakları ellerinden alındı, göçe zorlandılar.

Bir asker, Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığına “tanık olarak” verdiği ifadede şunları anlattı: “Askerliğimi İstanbul 66. Zırhlı Tugay Baştabya, 1. Mekanize Piyade Tabur’da yaptım. 1994 yılı Şubat ayında 1. Taburdan gönüllü olanlar seçilerek Diyarbakır Hazro İlçesi’ne geçici görevle getirildim. Bu bölgede 2-2,5 ay kadar kaldık. Bizim taburumuza verilen görev köyleri yakmaktı. Hazro, Lice, Hani ve Kulp ilçelerine bağlı yaklaşık 30 köyü yaktık. Köylere girince komutanlarımız askerleri ikişer, üçer kişi olarak evleri yakmakla görevlendiriyordu, evlere girip dışarı çıkın yakacağız diyorduk, eşyalarını boşaltmak için fırsat vermiyorduk. Köylüler dışarı çıkınca da en kolay tutuşabilecek bir yerden yakmaya başlıyorduk, ahırları da yakıyorduk, içinde hayvan olup olmadığını kontrol etmiyorduk.”

Bu sefer dava açıldı, zamanaşımına bir gün kala. İddianameye göre saldırıyı - o dönemki yetkililerin açıkladığının tersine - PKK yapmamıştı. Dönemin Diyarbakır Jandarma Alay Komutanı emekli Albay Eşref Hatipoğlu ile Üsteğmen Tünay Yanardağ “Taammüden öldürme, halkı isyana ve birbirini öldürmeye teşvik, cürüm işlemek üzere teşekkül oluşturma (örgüt)” suçlarından yargılanıyor. Tutuklanmadıkları gibi duruşmalara bile gelmiyorlar.

Ve 22 yıl sonra TSK yine köylüleri öldürdü. Daha Roboski’nin dumanı tüterken.

“Öldürdükleri köylü değil, gerillaymış. Öyle bile olsa bilerek yapmamışlar.” İnanalım mı?