Hükümetin pandemi sürecini yönetemeyerek bir kriz yaratacağının sinyallerini karantinanın en başında almıştık. Hatırlarsınız sokağa çıkma kısıtlamasının ilki, marketlerin kapatılmasına iki saat kala ilan edilmişti. Ardından marketlerde, fırınlarda kuyruklar ortaya çıkmış, vatandaş karantinadayken besleneceği gıdayı temin etmek için çabalamıştı.

O gün anlaşılmıştı ki halk da sürecin yönetimi konusunda hükümete güvenmiyordu. Gelgelelim salgın üzerinden altı ay geçmesine rağmen güvensizlik konusunda bir değişim olduğunu söyleyemiyoruz. Yaşam koşullarında herhangi bir iyileşmeden söz edemiyoruz. Sürecin yönetiminde, altı ayda edinilen veri ve deneyimlere dayalı bir ilerlemeye, olumlu bir unsura rastlayamıyoruz. Aksine, ne yazık ki, mevcut krizin derinleşmesine yol açacak düzenlemelerin tercih edildiğini görüyoruz.

İşsizliğin arttığına, işsizlerin çaresiz arayışlarına, öğrencilerin ve eğitimcilerin imkânsızlıklarına şahitlik ediyoruz. Bu anlamda pandeminin yönetilememesiyle beraber kriz halinin derinleşip uzadığını, halkın etkilenme biçimlerinin de daha sert ve acımasız hale geldiğini biliyoruz. Dahası, krizi derinleştiren düzenlemelerin birçoğunun, Dünya Sağlık Örgütü’nün pandemi yönetimine dair hazırlamış olduğu çeşitli rehber raporlardaki kritik alanları kapsadığını görüyoruz. Bunlar fiziksel ve zihinsel sağlık ile ilişkili olarak önlem-tedavi süreçleri, istihdam, beslenme gibi alanları kapsıyor. Ülkemizde bu alanların her birindeki duruma şöyle bir baktığımızda, bıçak kemikte bir vaziyetle karşılaşıyoruz. Sağlık emekçilerinin yorgun olduklarını, tükendiklerini ifade ettiklerini; müzik emekçileri başta olmak üzere sanat ve kültür üreticilerinin geçinemiyoruz, üretemiyoruz çığlıklarını duyuyoruz. Farklı işkollarından (esnaf ve işçilerin) emekçilerin pandemi koşullarında ortaya çıkan güvencesizliklere çözüm aradıklarını, taleplerini dile getirdiklerini görüyoruz.

Hükümetin ise bunları dikkate almak yerine, olabildiğince umarsız davranmayı sürdürerek güvensizliği perçinlemeye devam ettiğine şahit oluyoruz.

Yani halk, hükümetin yaratmış olduğu krizle baş başa, yalnız bırakılıyor. Bununla birlikte pandeminin zorluklarına karşı hiç de yalnız bırakılmayan, gayet de desteklenen ve kayırılan bir kesim olduğu da apaçık ortada. Cengiz holding ve türevlerinden bahsediyorum. Mesela halkın taleplerini dile getirmek için toplanması yasakken, AKP dostu bu şirkete geçtiğimiz hafta “Halilağa Bakır Ocağı Kapasite Artışı, Cevher Zenginleştirme Tesisi ve Atık Depolama Tesisi Projesi’nin ÇED Halkı Bilgilendirme Toplantısı”nı yapma izni verilebildiğini gördük. Hâlbuki bir süre önce Kazdağları’nda ‘Su ve Vicdan Nöbeti’ tutan çevrecilere pandemi gerekçesiyle 500 bin liranın üzerinde ceza verilmişti. Yine halbuki aynı gün başka yerlerde sağlık emekçilerinin taleplerini ifade etmek için yürümelerinin engellenmiş, siyah kurdele eylemi yapmalarının dahi kriminalize edilmişti.

İhtiyaç ve taleplerine kulak asılmazken halk, “Kazdağları’ndan defol Cengiz” diyerek toplantıyı iptal ettirdi. Yöre halkı başta olmak üzere çevre ve yaşam savunucuları diyor ki, bizim bilgilendirilmeye ihtiyacımız yok ama size bir bilgi verelim: bu maden projesi ormanımız, havamız, suyumuz için, köylerimiz için bir tehdit oluşturmaktadır, o nedenle de iptal edilmelidir.

Tüm bu birbirinden bağımsız olayların birleştiği bir nokta var: Şartlar bu denli ciddiyken, hastalık her yeri sarmışken ve kontrol edilemiyorken halkın, sağlık emekçilerinin, sanatçıların yaşamsal ihtiyaçlarından ziyade şirketlerin mali ihtiyaçlarını önceleyen hükümetin bu düzeninin krizden başka bir şey üretmesi mümkün değildir.