AK Parti’nin son on yılına damgasını vuran ‘yeni’ sıfatının Türkiye için kullanım dönemi çabuk aşındı; aynı sıfat, şimdi ‘sistem’ için kullanılıyor. Aslında ‘yeni sistem’, ‘yeni Türkiye’ ürünü. Açılımı ise, ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’.

Yeni Türkiye

‘Yeni sistem’, ‘yeni Türkiye’ ürünü olduğuna göre, yeni Türkiye’yi yaratan başlıca etkenleri hatırlayalım:

»2010 Anayasa değişikliği,

»HSYK’nin yeniden oluşturulması,

»Yargıtay ve Danıştay’ın toplu üye atamaları ile yeniden şekillendirilmesi,

»TÜBİTAK, RTÜK, ÖSYM, Üniversiteler vb. kurum yöneticilerinin kesinlikle partizanlar arasından belirlenmesi,

»Sonradan ‘kumpas’ olarak nitelenen büyük davaların görülmesi,

»17-25 Aralık operasyonları,

»15 Temmuz kanlı darbe girişimi,

»16 Nisan Anayasa oylaması (…).

Bunlar, ‘yeni Türkiye’ manzaralarından…

Osmanlı-Cumhuriyet mirasını ret

‘Yeni sistem’, bunların ürünü; ancak, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak adlandırılsa da, Cumhurbaşkanı ve Hükümetin bulunmaması bir yana, ‘sistem’ kavramını kullanmak bile zor. Çünkü sistem nitelemesi, işleyişin öngörülebilir olmasını gerektirir. Oysa 6771 sayılı Kanun ile yaratılan yeni durum, ‘sistem’ ve ‘anayasa’ kavramları açısından yeterince irdelenmedi.

Bunu tartışmak, ‘yeni’ sıfatı ile nitelenen dönemde ‘hukuka inanan gruplar’ tarafından izlenmesi gereken yol ve yöntemi belirlemek için önem taşır. Şöyle ki;

1982 Anayasası, 1961 Anayasası’na tepki metni olarak niteleniyordu.

6771 sayılı Kanun ise, 1876’dan bu yana bütün anayasal gelişmelere tepkidir.

1982 Anayasası, 1961’in anayasal sistematiğine ve sistemine bağlı kaldı.

6771 sayılı Kanun ise, 1982 sisteminden ayrılmak bir yana, Kanun-i Esasi sisteminden bile ayrılma veya kopmayı ifade ediyor.

Şimdi şu sorulabilir: Hangi 1982 Anayasası?

1987-2004 değişiklikleri, Anayasa metnini, hak ve özgürlükler bakımından 1982 ruhundan uzaklaştırmış ve başkalaştırmış bulunuyor. Bunlar, genellikle siyasal uzlaşma yoluyla gerçekleştirilen Anayasa değişiklikleri.

2007-2017 değişiklikleri ise, erkler ayrılığı bakımından, 1982 metni ruhunu derinleştirmenin çok ötesine geçiyor; buna iktidar başkalaşımı (metamorfozu) da denebilir. Çatışmacı siyasal yaklaşımın belirlediği iktidar ekseni, ‘kişisel iktidar’a OHAL ortam ve koşullarında dönüştürüldü.

Kısaca, eğer 1982, 1961 rövanşı ise; 2017 değişikliği, Modern Osmanlı-Cumhuriyet rövanşı olarak görülebilir.

7 Kasım 1982 Anayasası, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ürünü; 16 Nisan 2017 Anayasa değişikliği ise, 15 Temmuz 2016 ‘imam-asker darbe girişimi’nin ürünü.

Nasıl gelindi?

Yöneltilen eleştiriler karşısında, “Millet bize oy verdi; yeni sisteme alışın” vb. çıkışlar, bugüne nereden ve nasıl gelindiği hatırlatması ile reddedilmeli.

Bugünkü ‘anayasa dışı’ alan, anayasal zorlamalar ve darbeler eşliğinde yaratıldı. İşte belli başlı dönüm noktaları:

»15 Temmuz akşamı, darbe girişiminden haberdar olduğu halde MİT Müsteşarı, DİB başkanı ve Suriyeli muhalifle yemeğe gitti.

»Cumhurbaşkanı, darbeyi bir fırsat olarak niteledi.

»Başbakan, OHAL’de referandum yapılmayacağını söyledi.

»OHAL ortam ve koşullarında 16 Nisan halkoylamasının ardından; Başbakan, “Yüzde 30 olan desteği 70 günde yüzde 51,4’e çıkardık”, dedi.

»24 Haziran seçim kararı, 6771 sayılı Kanun ihlal edilerek alındı.

»Uyum düzenlemeleri için yetki Kanunu, Anayasa’ya aykırı biçimde çıkarıldı.

»KHK’ler de hem yetki kanununa hem de Anayasa’ya aykırı.

»Cumhurbaşkanlığı kararnameleri de, yetki alanı bakımından birçok yönden Anayasa’ya aykırı.

»TBMM gündemine ‘Kanun Teklifi’ olarak getirilen önerilerin kaynağı milletvekilleri değil.

»Zaten teklifin altında imzası bulunan vekiller de, yöneltilen yoğun eleştiriler karşısında, “Hayır, biz hazırladık” deme cesaretini gösteremediği gibi, Anayasa’ya açık aykırılık durumları karşısında da, “Hayır, Anayasa’ya uygundur” diyemiyor.

Anayasa ve siyaset için

Öncelikle, anayasal bilgi alanı gerçekçi temelde sürekli geliştirilmeli ve pekiştirilmeli. Bu yapılabildiği ölçüde anayasal yöntem ve hedef belirlenebilir.

»“1982 darbe anayasası, bundan kurtulmalıyız” vb. söylemler, Anayasal gerçeklikle örtüşmüyor.

»Benzer şekilde, “TBMM, Külliye noteri haline geldi” vb. benzetmelerden kaçınmak gerekiyor. Çünkü Noter, bir belgeyi, ancak hukuka uygun ise onaylar; TBMM ise, Anayasa’ya açıkça aykırı olan yasaları oyluyor.

»Kurtulmak gereken metin, öncelikli olarak 6771 sayılı Kanun; çünkü artık 1982 Anayasası’ndan bahsetmek, anayasal realiteye uygun düşmüyor.

Öte yandan; Anayasa’nın hukuk devleti hükümlerini pekiştirici söylemde kararlılık ve süreklilik gerekli:

»Anayasa’nın uygulanması, doğrudan muhatabı olan, yetki ve meşruluğu, kural koymak için halktan alan TBMM’nin görev sorumluluğunda.

»Cumhurbaşkanı ise, halktan TBMM’nin koyduğu kuralları uygulamak için yetki aldı.

»Cumhuriyetin temel organlarının başında gelen ve kural koyma konusunda doğrudan halktan aldığı bu yetkiyi sahiplenmek için TBMM, siyasal, hukuki ve toplumsal düzlemde mücadele araçlarını sürekli pekiştirmeli:

»Yasamanın özerkliği için mücadele etmek.

»Hukuki olarak; Anayasa Mahkemesi’ne başvurmak.

»Sivil toplum örgütlerinin desteğini sürekli kılmak.

Bu saptamalar, bundan böyle, hukuk devleti ve demokrasi hedefinde izlenmesi gereken politikalar için anayasal realite üzerine kafa yorma gereğini bir kez daha ortaya koyuyor; ‘demokrasiyi hukuk yoluyla’ inşa etme yolunda.