Bazen cisimler ile bunlara verilen isimler hiç de isabetli olmuyor. Mesela kadıncağızın ismi Narin’dir, kendisi yüz otuz kilodur. Adamın ismi Yiğit’tir ama kendisi hakikatte tabansızdır, filan…

Bazen cisimler ile bunlara verilen isimler hiç de isabetli olmuyor. Mesela kadıncağızın ismi  Narin’dir, kendisi yüz otuz kilodur. Adamın ismi Yiğit’tir ama kendisi hakikatte tabansızdır, filan…  Diyeceksiniz ki, bunların bir kabahati yok. Anaları babaları vermiştir bu isimleri onlara. Bir de politik, ideolojik akımlar vardır, isimlerini bizzat kendileri takarlar ve adeta birer maske gibi taşırlar. Mesela Türkiye’nin faşistleri kendilerine ülkücü der, yani idealist! Vahşi kapitalizme çanak tutan iktisadi akımın adı da bu minvaldedir: Liberalizm! Ve bu isim de maalesef ‘Özgürlükçülük’ anlamına gelir. Oysa bu akım ekonomi literatüründe, ücretli köleler karşısında sadece sermayenin kayıtsız şartsız özgürlüğünü, vahşi rekabetin hüküm sürdüğü bir ‘serbest’ piyasayı savunur. Ekonomideki bu vahşiliğin siyaset düzleminde evcilleştirilmesinin adı ise siyasi liberalizmdir. Ki bu da burjuva demokrasisinin kurumları ve kurallarıyla “evrensel” bir hukuk üzerinde şekillenmesini ‘bireysel özgürlükler’ temelinde savunur. Bireyin esas alındığı bu anlayışta elbette sınıflar arasındaki eşitsizlik, sömürü filan  sorun değildir. Dolayısıyla sol liberalizm diye bir şeyden söz etmek belki tuhaftır ama yine de kendilerini hem sol hem de liberal olarak görenler olduğundan, böyle bir tercih de demek ki bir vakıadır. Bkz. Taraf Gazetesi!

Kabul etmek lazım ki Taraf gazetesi epeydir bir fenomen haline getirilmiştir. Yazarları kendilerini öncelikle liberal sıfatıyla anmayı pek seviyorlar. Bu arada solcu olduklarını da hatırlatıyorlar. Ya da en azından “eleştiri” yaparken benimsedikleri dil itibarıyla, solun eski bir geleneğini de sürdürmüş oluyorlar: Hani geçmişte de, sol içi tartışmalarda farklı görüştekiler eleştiri dozunu yükseltmek isteyince, birbirine oportünist, revizyonist, reformist filan gibi yaftalar takarlardı ya... Aradan zaman geçti, eleştiri sanatı da değişti! Şimdi mesela mezkur gazete bünyesinde hem liberalim hem solcuyum diyenler, kendileri gibi düşünmeyeni ve tavır almayanı bir çırpıda darbeci, ittihatçı ve hatta faşist gibi etiketlerle tanımlamayı pek sever oldular.

Olabilir. Ama sanırım bizim cenah açısından yeni bir tanım aralığı oluşturmak ve özgürlükçülük babında bu kesimlerle olan ideolojik farklılığı netleştirmek şarttır. Yoksa sap ile saman, özgürlükçülük ile cemaatçilik birbirine karışacaktır. Zira, mesela  ‘Türk Solu’ vb kesimlerin temsil ettiği ulusalcılık, kendilerine solcu deseler bile faşist tercihleriyle çıplak haldedir ve özel olarak ayrışmayı dahi gerektirmez. Onlarla uğraşmak, muhatap almak yerine doğrudan faşist şoven ideolojileri teşhir etmek yeterlidir. Oysa bizim cenah, sosyalizmin sona eren tarihsel döneminden bir kopuşu ifade etme kaygısıyla, kendisini özgürlükçü solcu, özgürlükçü sosyalist olarak isimlendirmiştir ve…

Ve işte kimi zaman (sol) liberaller ile aynı kefeye konabilmiştir. Kendi derdimizi anlatırken böyle bir karışıklık elbette ciddi siyasi sonuçlara yol açabilmektedir. Her şeyden önce bu tür kavramsal örtüşmelerin sakıncaları şu noktalarda ortaya çıkmaktadır: Liberal sol kendi dogmalarını yaratmıştır ve son derece dogmatik bir pozisyondadır: AKP ilericidir; AKP’nin ‘başarısı’ halkın uyanışının bir simgesidir. Liberal sol, indirgemecidir: Bütün olup bitenleri devlet ile toplum, merkez ile çevre arasındaki çatışmaya indirgemektedir. Bu anlayışta Anadolu sermayesi halkı temsil etmektedir! Kısacası, liberal sol, kont gerilla’ya karşı çıkarken, kontr politika uygulamakta, sosyalist, devrimci solun argümanlarının bir kısmını kişiliksizleştirerek cemaatçiliğin ve gericiliğin düzlemine taşımaktadır. Nihayet liberal sol muhafazakarlık yanında saf tutmakta, bu kesimleri fanatik bir şekilde savunmaktadır. Fanatik demek, bilirsiniz, yobaz demektir.

İşbu yazı ise liberalizm dininin yobazlarıyla ideolojik mücadele için sadece bir girizgahtır.