Siyasi tarihimizde siyaset-mafya-ticaret-devlet ilişkisi gündemden düşmemiştir, nitekim Sedat Peker videoları da hemen akla Susurluk hadisesini getirdi.

3 Kasım 1996 tarihinde Balıkesir’in Susurluk ilçesi yakınlarında lüks bir Mercedes gariban bir kamyona çarpmış, kazada DYP’nin Kürt aşiret lideri milletvekili Sedat Bucak sağ kurtulmuş ama arabasındaki “ülkücü mafya şefi” olarak aranan Abdullah Çatlı ve İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ ölmüştü. Susurluk sonrasında faili meçhul cinayetleri de kapsayan bir dizi siyaset-mafya-ticaret-devlet ilişkisi açığa çıkmıştı. Zamanın başbakan yardımcısı Tansu Çiller’in Abdullah Çatlı için kullandığı “devlet uğruna kurşun atan da kurşun yiyen de bizim için her zaman saygıyla anılır, şereflidir” ifadesi tarihe geçmişti. Ve ardından esen “temiz toplum” rüzgârına da “sahip çıkan” 28 Şubat süreci başlatılınca mafya-siyaset ilişkisi ikinci plana düşürülmüştü. Bu arada Peker’in sözünü ettiği Mehmet Ağar ise Susurluk vakası ardından “suç işlemek amacıyla silahlı örgüt kurduğu” için 2001 yılında 5 yıl hapse mahkûm edilmiş, sonraki yıllarda, AKP’ye katılmadan hemen önce bir yıl yatıp çıkmıştı.

Bu süreçte omerta kelimesi de önemliydi. Mafya şefleri “omerta” dedikleri sessizlik kanunu ilkesiyle dâhil oldukları kirli sistem hakkında asla konuşmazlarmış. Susurluk sürecinde de failler bu yüzden hep susmuşlardı. Ama 27 Nisan 2007 e-muhtırası sonrası bu kelime bir kez daha ve birden siyaset diline girmişti. Örneğin Genelkurmay Başkanı Büyükanıt ve Erdoğan’ın Dolmabahçe buluşması üzerine Milliyet Gazetesinde Güneri Civaoğlu “Dolmabahçe’de omerta” diye bir şeyler yazmış ve ikisi arasındaki “yazılı olmayan Dolmabahçe protokolü” için “omerta” (sessizlik) konumunun geçerli olduğunu iddia etmişti.

Haa, tabii ki mafya sözlüğünden alınan sehem [pay ortaklığı] kelimesi de var. Bu kelimeyi de çeşitli vesilelerle bu köşede kullanmıştım. AKP ile cemaat arasında Ergenekon sürecinde ve 2010 referandumuna kadar var olduğunu söylediğimiz “koalisyon”un aslında bir “sehem” kurmak şeklinde tecelli ettiğini ve ardından bu sehemin bozulduğunu yaşayarak öğrenmiştik. Kısacası, oligarşinin Türkiye’ye özgü modelini tarif ederken kullandığımız “çelişkili ve zoraki hâkim sınıf ittifakı”nın pratiğinde, tarihin farklı dönemlerinde kurulan sehemlerin (mafyatik ve sınıfsal suç ortaklıklarının) önce FETÖ ile şimdi de MHP ile zoraki ve çelişkili ittifak şeklinde devam ettiği bir ülkede yaşamaktayız.

Mafya her zamanki gibi siyasetçilerin sokaktaki vurucu gücüdür; gazeteci dövdürmelerde, eski bir vekilin karakolda dayak yemesinde olduğu üzere. Peki, siyaset-mafya ilişkisinde tarikatlar neredeydi? Sedat Peker, 2015’te, Erdoğan’a destek için Rize’de yaptığı bir mitinge, İsmailağa Cemaati’ne mensup Muhammet Gül isimli bir şahısla birlikte gitmemiş miydi? 2016 yılında ise Akit gazetesi Peker’i iftar yemeğinde ağırlamış, fotoğraflarını iftiharla yayınlamıştı.

En son AKP’nin Peker’i ile Ağar’ı ve sonra yine AKP’nin Peker’i ile MHP’nin Çakıcı’sı restleştiler. Yani? Sehem hepten bozulmuştur. Nitekim Sedat Peker de sehemden söz ediyor; “Sehemin başı Mehmet Ağar. Eski bir milletvekili daha…” iddiasında bulunuyor.

Basında konuyla ilgili epey değerlendirme yapıldı, yapılmaya devam ediyor. Okuduklarım arasında Murat Yetkin’in “Yıl 2021: ‘Mafyatik şahıs’ ile İçişleri Bakanı düelloda” yazısı en derli toplu olanı… Şunu anlıyoruz ki olup bitenler sadece Sedat Peker’e koruma verilmesinin veya Yalıkavak marinasının çok ötesindeymiş. Yetkin, “Gelişmeler adeta yeni ve 1996’daki Susurluk Skandalına benzer ama muhtemelen ondan daha büyük bir skandalın patlayabileceğine işaret ediyor” diyor. Bence en dikkat çeken tespiti şöyle: “Uluslararası petrol ve uyuşturucu ticaretiyle bağlantılı, dolayısıyla kara para aklama bağlantılı ilişkiler varsa, bunların sadece Türkiye içinde kalan bir hesaplaşmayla sınırlı kalacağını düşünmek saflık olur.” Belki de bu yüzden Abdülkadir Selvi bile “Peker’i orada koruyup konuşturan 15 Temmuz gecesi Erdoğan için ha düştü ha düşecek diye takip eden Birleşik Arap Emirlikleri’nin Veliaht prensi olmasın?” diye soruyordur.

Kılıçdaroğlu ise “Cumhur ittifakının üçüncü ortağı mafya oldu” deyince, hadiseyi bizim adımıza da özetlemiş oldu.

Görünen o ki mafya-siyaset-ticaret erbabının yürüdükleri yol bakımından geriye dönüş yok, ama geri dönüşüm var! Elbette hepsi geri dönüşüm kutusuna, çöpe gidecek…