Ortadoğu ya İran-ABD arasında büyük bir savaş veya alışıldık savaşların tırmanarak devamı ikilemindeyken, kısa vadede neler olabileceğini kestiremiyoruz. Peki, yine kısa vadede veya orta vadede memlekette neler olabileceğini kestirebiliyor muyuz?

Ortadoğu’daki gidişat daha vahim bir hal alırken Türkiye’deki gidişatın vahameti de artacak belli ki. Bölgede yangın varken Libya seferinin akıbeti ne olacak? Türkiye’nin güvenliği surlarla ve hendeklerle mi sağlanacak?

Geçen hafta CB “Artık şehirlerimizin güvenliğini surlarla koruyamayacağımız, içerideki düzeni de sadece kolluk gücü ile sağlayamayacağız bir duruma gelmiş durumdayız. Bu yeni duruma karşı yeni yöntemler geliştirmemiz gerekiyor” demişti.

T24 sitesinde Aydın Engin de haklı olarak kaygılanmıştı: “Kolluk kuvveti teriminin anlamı çok yalın: Polis, jandarma. Haydi buna, işsiz ve mesleksiz AKP’lilere iş bulmak için yaratılan ‘bekçi’ kadrolarını da ekleyin. Yakın tarihte ve günümüzde bu mantığın açılımı yalındır: Paramiliter güçler. ‘Paramiliter’ serbest çeviri ile ‘Yarı askeri, yani işlev ve örgütlenme olarak askeri, ancak düzensiz gönüllülerden oluşan ve devletçe desteklenen silahlı güç’. Kolluk kuvvetleri yetmiyorsa ‘geliştirilecek yeni fikirler’in (yöntemlerin) başka bir noktaya varması mümkün değil. AKP Reisi bu sözlerle mesela tarikat kadrolarından oluşturulacak ve silahlandırılacak gönüllülerden söz ediyor olabilir mi? Ya da… Suriye’de artık işlevi kalmamış ÖSO tayfasından oluşturulacak bir paramiliter güç mü kastediliyor? Ya da… Ya da’sı yok.”

Ya da’sı belki de var. Sivil faşist paramiliterlerin resmi güçlerle işbirliğiyle yaptığı 1978 Maraş Katliamı sonrasında Alparslan Türkeş, “Ülkücüler güvenlik güçlerinin yardımcılarıdır” dememiş miydi? İşte günümüzde gençlerin “Direniş Komiteleri niye kurulmuştu?” sorusunun cevabı da aslında o sözlere verilen bir cevabın ta kendisiydi. Ve bu sayede benzeri katliam girişimleri büyük ölçüde engellenmişti.

CB’nin “yeni yöntemler geliştirme” ihtiyacından birkaç gün önce de Sabahattin Önkibar Youtube Alternatif TV yayınında “MİT’ten Saray’a Acil kodu ile ürpertici rapor ve uyarı” diye bir şeyler aktarmıştı. Önkibar’ın bugüne dek söylediği hiçbir şey doğrulanmadığından bu söyledikleri de haliyle ciddiye alınmadı. Zaten raporda bahsedildiğini iddia ettiği bazı şeyler, artık tüm araştırma şirketlerinin söylediklerinin tekrarıydı: “Ekonomik çöküntü, işsizlik ve yoksulluğa bağlı her an bir sosyal patlama olabilirmiş. Suriyeliler milli birliğimiz adına tehdit olarak görülüyormuş ve sınır illerinde nefretten kaynaklı sıcak çatışmalar ve Suriyelilerin işyerlerine saldırılar olabileceği ifade ediliyormuş.” (Hele öyle bir ‘uyarı’ daha var ki, onu yazacak istihbaratçı anasından doğmamıştır: “Din siyasete alet edilmekteymiş, inanç Diyanet ile siyasallaştırılmakta ve bu da toplumu kutuplaştırmaktaymış, siyasal İslam ülke adına artık büyük tehdit oluşturmaktaymış!”)

Bu ‘MİT raporu’ iddiası bir yana muhalefet açısından asıl dikkat çekici uyarı veya tehdit Saray’ın baş askeri danışmanı ve siyasal İslamcıların paramiliter gücü olduğu söylenen SADAT’ın kurucusu Adnan Tanrıverdi’den geldi: “Görevimiz Mehdi’nin gelişi için ortam hazırlamaktır!” Hadi Mehdi gelmedi diyelim, mesela bir Halife neden gelmesin?

Uzun süredir Saraylılar hükümranlıklarını sürdürebilmek için bir yandan sınır ötesi cihat seferleri düzenlerken bir yandan da “ah bir toplumsal patlama olsa da, yeni yöntemler geliştirerek Mehdi Ordusu’yla cihat seferberliği yapıp surlarımızı ve saraylarımızı korusak” hevesinde olabilirler. En azından niyetleri böyle.
O halde tekrar sorabiliriz: “Direniş Komiteleri niye kurulmuştu?”