İstanbul metrosunda artık internet hizmetinin verilecek olması sevindirici bir gelişme. Telefon operatörlerinin de bir onay sürecinin ardından İBB metrolarında hizmet vermesi bekleniyor. İstanbul’da özellikle işgününün ortasında, bir yerden bir yere giderken çevrimdışı kalmak gerçekten zorlayıcı bir durumdu. Geç de olsa çözülmüş olması güzel. Ancak bu hizmete ayırdığımız farkındalığın küçük bir bölümünü de keşke her an çevrimiçi olma halimizin yarattığı olumsuz durumlara ayırabilseydik. Çünkü bu konunun iki yönü var: Birincisi; sosyal medyanın tek tek bireyler ve toplum üzerinde yarattığı etki. İkincisi; gözetim kapitalizmi ve onun artık varlık, yokluk sorunu hale gelen sömürüsü. O yüzden başlıktaki yatak odası metaforunu, yatak odamızda bile internetin çekmesini yanlış bulduğum anlamında değil, her an her yerde gözetleniyor ve bunun yarattığı veri ekonomisiyle sömürülüyor olmamız anlamında kullanıyorum. Bunu dümdüz okuyup eleştirecek olanları da sosyal medyanın yarattığı zehirli ekosistemin mağdurları olarak düşünüyorum.

Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun derdi de açık: Neden bir yerde internet olmamasını dert ettiğimiz kadar, her yerde izleniyor ve pazarlanıyor olmamızı dert etmiyoruz?

GÖZETLEME KAPİTALİZMİ

Gözetleme (yaygın çeviriye göre gözetim) kapitalizmi, basitçe verilerimizi meta haline getirip kârı maksimize etmeyi amaçlayan bir sistem şeklinde tanımlanabilir. Sistemi gözlemleyerek teorileştiren ve adını koyan Shoshana Zuboff, Türkçeye yeni çevrilen Gözetleme Kapitalizmi Çağı (Okuyanus Yayınları, Ekim 2021) kitabında bildiğimiz kapitalizmden farkını çok net anlatıyor. Diyor ki, “Endüstriyel kapitalizm, ancak şimdi farkına vardığımız yıkıcı sonuçlarıyla, doğanın sömürüsü ve kontrolüne bağlıydı. Gözetleme Kapitalizmi ise, bunun yerine insan doğasının sömürüsü ve kontrolüne bağlıdır.” Zuboff’un bu gözleminden hareketle diyebiliriz ki, doğayı yeterince sömürdükten sonra sıra insan doğasının sömürüsüne geldi. Doğayı sömürmenin sonuçlarıyla hızla yüzleşiyoruz. İklim değişikliği, küresel ısınma, geçen yaza damga vuran yangınlar gibi doğa felaketleri, kuruyan göller vesaire. Kuşkusuz bunun buraya varacağını endüstriyel kapitalizmi erken dönemde fark edip karşısında duranlar görmüş ve uyarmışlardı. İşte gözetleme kapitalizminin o erken dönemindeyiz ve uyarılar yine çoğunlukla görmezden geliniyor. Örneğin; Whatsapp’ın basit bir sözleşme değişikliğine “Whatsapp verilerimizi çalıp paylaşacakmış” diye şaşırılıyor ve tepki gösteriliyor da “Ben bu Whatsapp’ı niye yıllardır ücretsiz kullanıyorum, üstelik reklam bile görmeden” diye pek şaşırılmıyor. Oysa gözetleme kapitalizminin hikâyesi, tam da orada başlıyor.

KİMSE ZORLAMIYOR AMA…

Sosyal medyanın insanı bağımlı kılmak, hiç gözünü ayırmamasını sağlamak ve böylelikle izleyip veri biriktirmesini sağlamaktan ibaret iş modelinin sorunları çok. Eleştiriler genellikle “Kimse kimseyi zorlamıyor, isteyen internet bağlatmaz, isteyen telefonunu kapatır” diye yanıtlanıyor. Mesele o kadar basit değil. Zuboff’un yukarıda sözünü ettiğim kitabı bunu teorisi ve pratik örnekleriyle ortaya koyuyor. Çünkü internet ve sosyal medya artık insan sosyalleşmesinin zorunluluğu haline geldi. İki hafta önce yaşanılan 5-6 saatlik Facebook şirketleri kesintisi bile çoğumuzun Facebook=İnternet gibi bir sistemde yaşadığını gösterdi. Eşzamanlı gelen Facebook eski çalışanı Frances Haugen’in ifşaatları da Facebook’un özellikle çocuk ve gençlere verdiği zararların şirket tarafından bilinmesine rağmen gizlenmesi temelindeydi. Zuboff’un bu ifşaattan çok önce yazılmış kitabında bununla ilgili de çarpıcı tespitler var: “Facebook insanların, özellikle genç insanların kendilerini ‘dışarıdan içeriye bakışla’ bilmeye yatkınlıklarını besleyen belirli pratiklere bel bağlar. En kritik olanı ‘diğerlerine’ ihtiyaç ne kadar çok beslenirse, kişi o kadar az kendini inşa etme işine kalkışma kabiliyetinde olur” diye açıklıyor ve bununla ilgili bilimsel çalışmalara referans vererek, yetişkin kişilik bozukluğunun kalbinde bunun yer alabileceğini söylüyor. İşte bu köşede birkaç hafta önce incelediğimiz “ödül mekanizmaları” yani beğeni, etkileşim, izlenme sayıları burada devreye giriyor. İnsanın zaten doğasında olan bir durumun bir de teknolojiyle manipüle edilerek büyütülmesi ciddi sonuçlar doğuruyor.

Elbette yazdıklarım ‘hadi sosyal medyadan topluca çıkalım’ şeklinde yorumlanmamalı. Çünkü böyle bir lüksümüz olmadığını biliyoruz. Ancak bunu minimalize etme konusunda belki bir daha düşünebiliriz. Gözetleme kapitalizminin gittiği yön zaten bize şunu açıkça gösteriyor: Tamamen çevrimdışı kalmak ileride sadece ultra zenginlere has bir ayrıcalık olacak. Öyleyse umutsuzca kenara mı çekileceğiz? Hayır. Zuboff bu konuda umutlu; doğayı kastederek “Endüstriyel kapitalizmin kurbanları dilsizdi” diyor ve “İnsan doğasını fethetmeye kalkışacak olanlar ise müstakbel kurbanlarının epey gürültülü, tehlikeyi tespit ve onu yenmeye hazır olduklarını görecekler” diye ekliyor. Tabii bunun için “yaşasın metroya internet geldi” coşkusundan biraz feragat etmemiz gerekiyor her şeyden önce.