Huyum kurusun. Seyrettiğim filmlerde esas oğlana filan dikkat etmem, gözüm hep figüranlara kayar. Bütün senaryoya asıl onların hayatiyet kazandırdığın...

Huyum kurusun. Seyrettiğim filmlerde esas oğlana filan dikkat etmem, gözüm hep figüranlara kayar. Bütün senaryoya asıl onların hayatiyet kazandırdığına inanırım. Zaten devrim nedir ki, figüran sayılanların senaryoya el koyması değil mi?
Şu sıralar bize seyrettirdikleri gerilimli filmin son sahnelerinde, işte yine esas oğlanlar, iyi adamlar, kötü adamlar icraatlarına devam ediyorlar... Psikolojik savaş şey ediliyormuş...  Yani birbirlerinin moralini bozup, iktidarsızlaştırıp, kendileri iktidarlı olmak istiyorlarmış. Ama bu arada, geri planda yine binlerce figüran var... Ellerinde pankartlar, haykırıyorlar, sokaklarda direnip çadırlarda yatıyorlar... Belli ki bu figüranların da keyfi yok, ama direnişlerine bakılırsa, moralleri yerinde!
“Moral”, “ahlaki değerler”... Bize seyrettirilen filmin başrol oyuncularının repliklerinde, adliyeden dosya kaçırma vesilesiyle sıkça geçiyor... Entrika, kokuşmuşluk, alavere dalavere, katakulli diz boyu...  Özetle, kem-küm edebiyatı...
Ama öte yanda figüranlara, yani işçilere bilhassa Tekel işçilerine bir bakın... Kem-küm etmiyorlar... Yanı başlarında bu ülkenin müdanasız örgütleri, sendikaları, siyasi partileri, dernekleri, aydınları, sanatçıları devrimcileri...  Emekçi sınıfın morali, hem maneviyat hem ahlak anlamında su gibi berrak: Dürüstlük, direnmek, dayanışmak, haklı olmak, çalmadan çırpmadan, kimsenin hakkını yemeden, sömürmeden, alın teriyle kendisine ait olan için hayatını ortaya koyabilmek...
Bugüne dek AKP hükümeti oyunun kurallarını ihlal etmekle, senaryo dışına çıkmakla eleştirilirdi. Oysa şimdi tamamen yeni bir durumla karşı karşıyayız: AKP artık oyunun kurallarını değiştirmekle yetinmiyor, oyunun kendisini değiştiriyor.  Oyun içinde oyun var!
Bugüne dek oynadığı demokrasicilik oyunundan da vazgeçip düpedüz yeni bir düzen getiriyor. Çünkü hükümetin derdi, bölgede ABD’nin ülkede Cemaat sermayesinin emrettiği siyasi ve ekonomik düzen yanı sıra kendi hukuk düzenini de fiilen, bu tür emrivakilerle, iki adım ileri bir adım gerilerle kurabilmek... Oysa... İşte siz de okuyorsunuzdur, günlerdir BirGün gazetesi “Cemaati deşifre etmeye devam ediyor!” (Bu vesileyle, ailemizin medarı iftiharı Onurkan’ın da gözlerinden öpüyorum.)
Malum, AKP bugüne dek kendisine direnen herkesi Ergenekoncu ve askeri vesayet yanlısı ve hatta ahlaksız diye susturmayı başarabildi. Bu şekilde medyayı, üniversiteyi ele geçirdi, TÜSİAD’a dahi diz çöktürdü, askeriyeyi zaten büyük ölçüde teslim almıştı... AKP şimdi son kartını da kullanıp kendisine tamamen bağımlı bir yargı yaratma siyasetini güdüyor, üstelik kendince yeni mağduriyetler yaratıp seçim yatırımı yapıyor. Mevzu budur...
Ne var ki bütün bu mevzileri teslim alırken, halk mevzisini ve desteğini kaybetmiyor mu? İşçiler homurdanıyor, direniyor. Doktorlar, eczacılar ve hatta bakkallar AKP’nin hışmından kurtulamıyor. Sözde açılımlarıyla Kürtleri ve Alevileri kandırmaya çalıştı, başaramadı... Son seçim anketleri hükümetin seçmen desteğinin hızla eridiğini gösteriyor... Velhasıl, hükümet şu sıralar içeride Cemaat kuvvetlerinden dışarıda ise ABD’den başka bir desteğinin kalmadığını, meşru zeminlerini yitirmekte olduğunu görüyor. Çıldırıyor, öfkeleniyor, morali bozuluyor.  
Gerçi söyleye söyleye dilimizde tüy bitti, bu gazete, bu gazetenin yazarları, çalışanları her vesileyle askeri vesayete de cemaat vesayetine de karşı olduğunu vurguladı. Çözümün çatışan taraflardan herhangi birisinin kazanmasında yatmadığına inandığını açıkladı.
Geçen gün Murat Yetkin de çok güzel formüle etti: “Kazanan olmazsa, hepimiz kazanırız... Bu kutuplaşmanın hiçbir tarafın galibiyetiyle sonuçlanmaması ve dolayısıyla Türkiye’nin siyasi ve ekonomik yönden daha özgür bir ülke olmasına katkıda bulunmasını umuyor ve bekliyorum.”
Evet, bu kavgada iki taraf da kaybetsin! Başka bir çözüm seçeneği, bu iktidar kavgasında ancak iki taraf kaybettiği takdirde ortaya çıkabilecek; “mutlu son” ancak “esas oğlanlar” kaybettiği takdirde gerçekleşebilecek ve “figüranlar” seslerini ancak böyle duyurabilecek...
Çünkü AKP hükümetiyle asıl mücadele ancak onun istemediği ve güçsüz olduğu alanda kazanılabilir. Bu alan da emekçilerin direndiği, AKP’nin maskesini düşürdüğü alan değil midir? İşte bu yüzden Cumartesi günü Tekel işçileriyle birlikte yürüyen on binlerce kişinin morali gayet yerindeydi.
Oysa geçen hafta Habertürk gazetesindeki röportajında İ. Başbuğ “moralimiz bozuk” demişti... Ardından R. T. Erdoğan “bizim de moralimiz bozuk” diye cevap vermişti. Moralleri, yani ruhsal güçleri, yani maneviyatları bozuktu...
Dedim de aklıma geldi, Peyami Safa’nın, “Din, İnkılâp, İrtica” kitabının 29. sayfasında şöyle bir cümle de okumuştum: “Fransa’da isim olarak da ‘moral’ kelimesiyle karşılanan ‘manevi’ aynı zamanda ‘ahlak’ manasına gelir.”
Ben demedim, Peyami Safa dedi!
Benim demek istediğim şu: Tekel işçilerinin ahlakı, yani sınıf ahlakı gayet yerinde...