Atatürk hakkında ‘eleştirel’ konuşmak, Cumhuriyet’in ilanından beri çoğunlukla modernler ve muhafazakârlar arasında en önemli politik sorunlardan biri olmuştur. Bunun nedenleri ise toplumsal/siyasal bariyerler ve bilhassa yasal müeyyidelerdir. Ne var ki bu konudaki ilk yasal düzenleme olan 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun sanıldığı gibi Atatürk veya İnönü döneminde değil, 1951 yılında DP iktidarı zamanında çıkarılmıştı. Yani kanunun mucitleri muhafazakârlardı. Beş maddeden ibaret kanun “Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven”leri bir yıldan üç yıla kadar hapis ve “Atatürk’ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk’ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirletenleri” de bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis ile cezalandırmayı öngörüyordu. Kanunun ikinci maddesinde ise bu suçlar, iki veya daha fazla kimse tarafından toplu olarak, umumi veya umuma açık mahallerde yahut basın vasıtasıyla işlendiğinde ceza yarı nispetinde artırılacaktı.


Görünüşe göre kanunun çıkarılması o dönem bazı şehirlerde Atatürk heykel ve büstlerine karşı gelişen eylemlerle ilgiliydi. Ancak üzerine yapılan tartışmalarda görüldüğü gibi konu çok daha karmaşıktı. O güne kadar Atatürk büst ve heykellerine karşı 12 saldırı gerçekleşmiş; bunların sadece ikisinin failleri tespit edilmişti. Bu bilinmezliğin yanı sıra tasarıya hem DP hem de CHP içinde tepki vardı. DP milletvekillerinin bir kesimi gibi CHP adına konuşanlar da hayır oyu kullanacaklarını belirtmişlerdi. Atatürk’ün yakınında bulunmuş Halide Edip Adıvar bile “Ben hissimle bu tasarının geçmesini istemekle beraber, sükun ve mantıkla, memleketin istikbali, fikir hürriyeti gibi birçok şeyler düşünürken, hayır diyorum” demişti. Milletvekillerine göre bu teklif DP’nin siyasi çizgisiyle uyumlu bir girişim değildi ve Başbakan Adnan Menderes kanunun gerekli olduğu noktasında partisini ikna etmekte zorlanmıştı.

Büyük ölçüde Atatürk’ün yönettiği tek parti iktidarına sert eleştiriler getirerek kurulan DP’nin bu tasarıda ısrar etmesi ilginçti. Gerçekte DP, Atatürk’ü korumaktan çok İnönü’nün etki alanını daraltmayı amaçlıyordu. Bunun için tek yol Atatürk’ü merkeze taşımaktı. Menderes, DP’yi Atatürk’ün manevi şahsiyeti ve devrimlerini koruyup devam ettirmemekle eleştiren CHP’nin, vefatından hemen sonra pullardan ve paralardan Atatürk’ün resmini kaldırdığını hatırlatmış; kendi milletvekillerini Atatürk heykellerini hükümete bir hücum vasıtası olmaktan çıkartmaya davet etmişti. Başbakan Yardımcısı Samet Ağaoğlu ise ileride bu kanunla haksızlığa uğrayacak, eleştiri yaptı diye suçlanacaklar olabileceğini; yine de bu kanuna ihtiyaç olduğunu söyleyerek daha açık davranmıştı.

Atatürk’ü merkeze çekerek İnönü’nün etki alanını daraltma ve ondan korunma politikası öyle baskındı ki tasarı TBMM’de görüşülmeye başlamadan hemen önce büyük koruyucu, büyük asker ve büyük reformist Kemal Atatürk’e ve onun inkılaplarına hep beraber bağlılık gayesine atıfla üç dakikalık saygı duruşu bile yapılmıştı. Neticede tasarı TBMM’de iki gün ve yaklaşık 13 saat süren gerilimli tartışmalardan sonra kabul edilebilmişti. Toplam 288 kişi oy kullanmış, bunlardan 232 kişi olumlu, 50 kişi ret oyu vermiş ve 6 kişi de çekimser kalmıştı. Fakat 179 kişi oylamaya katılmamıştı.

Özetle, Atatürk’ü Koruma Kanunu güçlükle çıkarılabilmişti. Bu güçlüğün bir boyutu tasarının DP’nin varlık nedeni ve çizgisiyle gerilimli olmasıydı. CHP ise bunun aslında devlet ve sistem içinde İnönü’nün ağırlığını kırmaya yönelik bir hamle olduğunun farkındaydı. Zira bu DP’nin ilk girişimi değildi. DP hükümeti, devlet dairelerinde teamüllere göre asılı cumhurbaşkanlarının fotoğraflarına dair 5 Haziran 1950 tarihli 3/11303 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile sadece kurucu cumhurbaşkanının fotoğraflarının devlet dairelerinde asılacağı yönünde karar almış; İnönü’nün fotoğrafları böylece indirilebilmişti.

Atatürk’ün ölümünden sonra İnönü’nün geliştirdiği politika ve pratikler dikkate alındığında, Atatürk’ü savunma/koruma etrafında bir politik çizgi geliştirmek, DP ve Menderes hükümeti için çok önemli bir işlev görmüştü. Bugün ise söz konusu koşullar değişmiş görünüyor ve bu yüzden muhafazakârlar, kendi çıkardıkları kanuna artık ihtiyaç duymuyorlar. Ama aynı kanun bu kez modernler için hayati önemde…