Siyaset, önümüzdeki cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimi üzerinden kurgulanıyor, hesaplar bunun üzerine yapılıyor. Bu iki seçimin bir arada yapılması anayasa gereği. Her ne kadar erken seçim talebi çekingen bir şekilde dillendiriliyor olsa da seçimin en fazla Erdoğan’ın 3’üncü Kez seçilememesi tartışmalarını ortadan kaldıracak kadar öne alınması en olası alternatif. Erken seçimi talep eden muhalefetin bu talebi iktidarı zorlayacak şekilde toplumsallaştırmadığı ve siyasallaştırmadığı açık. Daha çok “erken seçim olabilir” söylemi ile kendi örgütlerini zinde tutmak ve zamanı gelen kongrelerini ertelemek için dillendirdiklerini kabul edebiliriz.

Öte yandan iktidar bloğundan bir erken seçim kararı beklemek hem siyaseten hem hukuken gerçekçi değil. Birbirleri ile ilişkileri siyasal bir birlikteliği aşıp yaşamsal mecburiyet haline gelmiş olan AKP ve MHP koalisyonunun seçime kadar bozulma ihtimali çok zayıf. Dayandıkları sermaye kesimi de bu riski almak istemeyecektir. Yeni sistemde güvenoyu gibi mekanizmaların olmaması ve parlamentodaki sandalye dağılımı, parlamentodan bir seçim kararı çıkma ihtimalini ortadan kaldırıyor.

İktidarı seçime zorlayacak örgütlü toplumsal tepkiler ise sokağın kriminalleştirilmesine ve baskı politikalarına paralel olarak sönümlenmiş durumda. Her ne kadar genç işsizliğinin ve yoksulluğun artması her geçen gün kendiliğinden bir hareketin objektif koşullarını biriktirse de güçlü bir toplumsal hareketin iktidarın yanında muhalefeti de alt üst edeceği açık. Toplumsal muhalefetin sönümlenmesinde, başta CHP olmak üzere muhalefetin, siyaseti ne zaman ve ne şekilde geleceği belli olmayan sandığa sıkıştırması ve iktidarın da kitlelerin sokağa çıkmasını istediğine dair yaygın kabul ana etken. Muhalefetin sığınmacı politikalarına dair söylemlerini belki istisna tutabiliriz. Ama muhalefetin oradaki söylemleri de orta ve uzun vadede aşırı sağ politikaları güçlendirecek şekilde gerçekleşiyor. Nitekim Altındağ’da sığınmacılara dönük saldırıyı gerçekleştirenler “Ya Allah Bismillah Allah-u Ekber” sloganını attılar.

‘HUDUT NAMUSTUR’ DEMEK ÇÖZÜM DEĞİL

Tekrar vurgulamakta fayda var; sığınmacı sorununda kök neden olan, iktidar politikaları ve emperyalist müdahaleleri eleştirmekle, öfkeyi sığınmacılara yönlendirmek arasında kalın bir çizgi çekmek gerek. Bu çok zor olmasa gerek. Ayrıca bir yandan NATO’cu olup öte yandan sığınmacılar konusunda tutarlı bir çizgi tutturamazsınız. Önü arkası belli olmayan, cinsiyetçi “Hudut Namustur” pankartı ile sığınmacı sorununun makul çözümüne katkıda bulunamazsınız. Olsa olsa iktidara hamle üstünlüğü verirsiniz.

Bu tespitleri tekrar tekrar yapmamın gerekçesi ana akım muhalefetin güncel siyasi gelişmelere ve iktidarın seçim sürecine gidilirken yaptığı hamlelere karşı etkin, sonuç alıcı ve oyun kurucu olmaktan uzak tutumunun tehlikelerine dikkat çekmek. Geçmiş seçimlerin ne kadar anti demokratik koşullarda gerçekleştiği hatta seçim sonuçlarını tanımamaya varan cüretkarlığı ortada. Oy kayıplarını telafi etmek için seçim bölgelerinin stratejik taksimatı (gerrymandering), sığınmacı sorununun manipüle edilmesi, seçim barajı ve mevzuatını değiştirmek gibi hamleleri yapacağı kesin. En kritik müdahalesi ise “sosyal medya düzenlemesi” olacak gibi görünüyor.

‘NASILSA KAZANACAĞIZ’ MANTIĞI ÇOK YANLIŞ

Bu düzenlemenin nasıl işleyeceğini yalnızca tiyatromuzun anıt ismi Genco Erkal hakkında düzenlenen iddianameden bile çıkarabiliriz. Erkal’ın “Ailenin çocuk doğurup doğurmayacağına karışacağına diplomayı ortaya koy bakalım. Arkadaşın rektörden de olsa, sahte de olsa görelim şunu…Başkanlık sistemi yetmez. Türk usulü çobanlık sistemi olsun…Erdoğan, ‘Ayder Yaylası’nda 2022’ye kadar çalışmanın bitirilmesini hedefliyoruz… Eyvaaah, güzelim doğa harikası Ayder Yaylası’nı bitirmeye karar vermiş. Parmağının değdiği yeri beton edip kurutuyor.” paylaşımlarından 5 yıl sonra “Cumhurbaşkanına hakaret” suçu çıkaran yargımızın, seçim sürecinde siyasal özgürlükleri nasıl daraltacağını öngörmek için kâhin olmaya gerek yok. Zaten hali hazırda on binlerce yurttaşımız bu cendereye hapsolmuş durumda. Yurt dışında yaşayan binlerce insanımız yurda girip çıkarken bu tedirginliği yaşıyor.

Kamuoyu yoklamalarının sonuçları üzerinden toplama çıkarma yaparak “nasılsa kazanacağız” rehavetine kapılıp, yanıtsız sorular sormak süreci riske açık hale getirir. Unutulmamalı ki seçmen tercihi durağan değil. Hiç değilse “sosyal medya düzenlemesi” adı altında getirilmek istenen yeni cendereye karşı sonuç alıcı ve müdahale edici bir muhalefetin yolları aranmalı.