Tokatlamak, argoda, bir kimseyi dolandırmak, hile yoluyla parasını pulunu almak demektir. Baştan söyleyeyim… Ben de bunu kast ediyorum...

Tokatlamak, argoda, bir kimseyi dolandırmak, hile yoluyla parasını pulunu almak demektir. Baştan söyleyeyim… Ben de bunu kast ediyorum.
Efendim, iki haftadır Kürt meselesi bağlamında ve Gülen cemaatinin Erbil toplantısı vesilesiyle değindiğim Osmanlı tartışması, metrobüs töreninde açılan pankartla güncellendi: “Son Osmanlı Padişahı 1. Recep Tayyip Erdoğan!” Üstüne bir de Fethullah Hocaefendi’nin Neo- con’luğa karşı Neo- Osmanlıcılık fetvası gelince, ortalık oldukça şenlendi. Yetmedi, stratejist Friedman Osmanlıcılık önerdi, ardından Hillary Clinton da Türkiye’yi bölgesel ve hatta küresel bir lider olmakla pohpohladı. Hayda bire! Demek ki bu mevzu hakkında bir iki çift laf daha etmeden olmaz.
Aslında Neo- Osmanlıcılığa dair hikâyat, Davos’un fethinden itibaren de başlatılabilirdi, hani tüm Araplar Tayyip resimleriyle sokaklara dökülmüş ve Lübnanlı bir gazeteci de bizimkinin halife olmasını talep etmişti ya…
Peki bu noktaya gelindi? Bunun biri iç, diğeri dış iki önemli faktörü var. Birincisi, AKP kapatma davasının kararında kalın kırmızıçizgiler vardı. Bu nedenle Mahkeme kararından sonra ılımlı İslam lafı rafa kaldırıldı. İcraatın muhtevası genişlerken, söylem farklılaştı. Ilımlı İslam’ın yerini artık Osmanlı özlemi, övgüsü aldı. TV’deki tartışmalara bakın; “İslam’da şöyledir, böyledir” demeksizin, aynı siyasi tercihler “Ah! Osmanlı’da şöyleydi, böyleydi” şeklinde savunuluyor. Üstelik bu sayede, “Aman İran olmayalım, Afganistan’ın durumuna düşmeyelim” fobisi de hafifletiliyor; “anlı şanlı tarihi” olan Osmanlı haşmeti öne çıkarılıyor; emperyal ruh gıdıklanıyor. Muhafazakâr yaşam tarzı, kuyumcuda Osmanlı yüzükleri, podyumda Osmanlı defileleri, mutfakta Osmanlı yemekleri, sanatta Osmanlı hatları ve resimleri, müzikleri ile ihya ediliyor. Oysa Osmanlı da bir din devleti değil miydi; hem sırf bu özelliğinden de dolayı yıkılıp gitmiş bir devlet! Şimdi aynı proje bize aynı bestenin değişik güftesi olarak tekrar servis ediliyor.
Yetmedi mi? Meşhur 2. Cumhuriyet’in muhtevası da, bu gidişatta,  liberallerimizin algı dünyasında daha belirginleşiyor. “Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik” adlı kitapta mesela Murat Belge şöyle diyor: “Şimdi mesele Türkiye’yi Batılılaştırmak ise, tüm Osmanlı sınırları içinde yaşayan en Batılı aile, Osmanlı ailesi, herhalde Mustafa Kemal’in kendisinden de çok Batılı, adap erkân, yabancı dil bilmek, piyano çalmak falan... O zaman da modernizasyon ve batılılaşma travması daha az şiddetli yaşanabilirdi. Halifeyle elbirliğiyle bir program yapılabilseydi, belki bugün bir Milli Selamet Partisi ya da Adalet ve Kalkınma Partisi olmayabilirdi, Türkiye’de böyle şeylere gerek kalmayabilirdi. Bunu Mustafa Kemal’in yapması tabii çok zor, ama birleştiği adamlarla değil de, cephe aldığı adamlarla [halife] bir arada devam edebilseydi, o zaman bunlar mümkün olabilirdi...” (ss 96-97; aktaran D. Hakyemez. Odatv.com)
Neo- Osmanlıcılık etiketini güncelleştiren ikinci faktör, dış faktör ise Obama kaynaklı… Bush döneminin Büyük Ortadoğu Projesi, etiket olarak epey yıprandı, inandırıcılığını, bunu savunanlar indinde bile yitirdi. Başbakan’ın dışişleriyle ilgili akıl hocası, baş danışmanı Ahmet Davutoğlu, geçen Aralık ayında Le Monde gazetesiyle yaptığı söyleşide BOP’un çöktüğünü söylemişti; Davutoğlu’nun temel tezi de Neo- Osmanlıcılık idi.
Aslında, Obama ile birlikte yeni bir sayfa açılıyor, eski icraatlar yeni kelamlarla sürdürülmek isteniyor. Geçenlerde Türkiye’ye gelen Amerikalı stratejist Dr. George Friedman “Siz artık AB’yi filan boş verin, yüzünüzü Ortadoğu’ya dönün” dedi. “Osmanlı tarihi pragmatizmin tarihidir” tespitinin ardından, Türkiye’nin Osmanlı’yı canlandırması gerektiğini söyledi. Ardından, ikinci Amerikalı Hillary Clinton da “ılımlı İslam” sorusuna “No!” dedi ve Osmanlı lafını kullanmasa da Türkiye’nin “bölgesel ve küresel lider bir ülke” olmasından dem vurdu; emperyal bir güç tanımı yapıverdi. Aynı günlerde üçüncü bir Amerikalı, Fethullah Gülen de konuştu. Hocaefendi’ye göre Başbakan Davos’tan sonra Yavuz Sultan Selim gibi karşılanmıştı. Yaptığı benzetme iki açıdan manidar: Birincisi, Yavuz Selim Alevilerin kökünü kurutmasıyla ünlüdür; ikincisi ve burada daha önemlisi, hilafet makamını Mısır’daki Memlukların elinden alıp Osmanlı saltanatına geçirmiştir. Fethullah Gülen, Başbakan’ı hilafeti getiren padişaha benzetti; peki, “son Osmanlı” pankartı hangi gün açıldı? Hilafetin kaldırıldığı gün!, Fethullah Gülen, ayrıca, bölgede Neo-con’lara karşı Neo- Osmanlılar’ın ortaya çıkmasını da arzuluyordu. Böylece, kısa süre önce sıkı müttefiki olduğu Neo- con’cu Bush ekibini hemen satmış, artık sıkı Obamacı kesilmişti!
Ilımlı İslam, Osmanlı kaftanını giyiyor. New York Times gazetesinde “Türkiye bir tür Osmanlı misyonu ile kendi bölgesinde etkin güç halini alacaktır” öğüdü yer alıyor. Hamas hükümetinin danışmanı Ahmet Yusuf daha net konuşuyor: “Osmanlı’nın dirilişi belki de Ortadoğu’nun tüm sorunlarını çözer.”
Geliyor, geliyor! Ülkemize ve bölgemize Neo- Osmanlı tokadı geliyor; buna Neo- Ottoman tokadı demek daha doğru elbette…  İlk tokadı yedik, ılımlı İslam’ı unuttuk, Osmanlıya dair konuşmaya başladık. İkinci tokadı yedik, Büyük Ortadoğu Projesini unuttuk, ağzımızın suyu aka aka, Kürt İslam sentezinin meziyetlerinden, petrol heveslerinden, bölgesel güç hülyalarından söz etmeye başladık.
Bizi yine “tokatlayacaklar”, yani bir kez daha dolandıracaklar, hile ve desiseyle paramızı pulumuzu, özgürlüğümüzü alacaklar...