Siyasi iktidar, devlet ve hukuktan tabii ki. Gazetecilere rahatça saldıranlardan bahsediyorum.
İktidar ve muktedir demişken, Cumhurbaşkanı saldırıdan günler sonra konuyla ilgili bir soru üzerine, “Kendileri de başkasını hedef göstermişti, şimdi ‘yandım’ demesinler” diye bir açıklama yaptı, saldırıya uğrayan gazeteci Ahmet Hakan’ı azarladı, talimatlarını sıraladı, “hâd bildirdi”:
“Bu konuyla ilgili her zaman şiddetin karşısında olduğumuzu söyledik. Ama şunu da bilmemiz lazım olayı tasvip etmemiz mümkün değil. Ancak köşelerinde zaman içerisinde başka köşe yazarlarını lanetleyen onları hedef gösteren yazılardan da bu arkadaşlarımızın kaçınması lazım. Ama birçok yayın gruplarına şiddet gösterileri yapılmıştır. Bu insanlar acaba o zaman kendileri ne durumdaydı? Ama buna rağmen basın danışmanım aramış, geçmiş olsun temennilerini bildirmiştir. Basın özgürlüğü noktasındaki tavrımız her zaman bellidir. Yeter ki bu medya grupları aynı hassasiyeti göstersinler, kendilerine geldiği zaman yandım demesinler.”
Evet, basın özgürlüğündeki tavrınız her zaman belli. Bu açıklamayla aynı gün Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde polis, “Çekmeyeceksin” diyerek gazetecinin başına silah dayadı, gözaltına aldı.

Saldıran “çete” yıllardır aynı, hiç değişmiyor. Çok istikrarlı memleketiz. Önceki gün Hakan’a saldırıyla ilgili gözaltına alınıp savcılık sorgusuna götürülen yedi kişiden birinin, Çiftehavuzlar’da 23 yıl önce 11 kişinin öldürüldüğü operasyon nedeniyle yargılanıp beraat eden özel harekat polislerinden Yahya Kemal Gezer olduğu ortaya çıktı. Hani şu Ayhan Çarkın’ın zamanaşımı sonrasında “Yargısız infaz yaptık” dediği operasyon. (Bu arada sorgunun ardından Gezer de dahil şüphelilerden altısı serbest bırakıldı.)

Sedat Peker dayanışma içerisinde alanlara inerken, meşhur ve meşum “ekip” de esas işine geri dönmüş belli ki. Şubat 2014’te yine BirGün’e, Ağar ekibinin Emniyet’teki cemaatçi kadrolardan boşalan mevkilerin doldurulması için işbaşına geçirildiğini yazmıştım: “Mehmet Ağar’ın şimdilerde Başbakan Erdoğan ile bir araya geldiği, Emniyet’teki tayinler konusunda danışmanlık yaptığı konuşuluyor.”

Dayanışma ve danışmanlıkları sürüyor. Kendileri faili meçhul ve yargısız infazda markadır ne de olsa. Hem memlekette gazeteciye, yazara saldırıp hatta öldürüp ceza almış olan kaç kişi var ki? Hele tetikçilere emir verenlerden yargı önüne çıkan kaç kişi gördük?

Sabahattin Ali, Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Musa Anter, Uğur Mumcu, Halit Güngen, Namık Tarancı’yı hatırlar mısınız?

Örneğin, 1993’te öldürülen Uğur Mumcu’nun ailesi 2011’de suikastla ilgili yürütülen soruşturma ve kovuşturmada ihmali görülen yetkililer hakkında yine yargıya başvurdu. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na sunulan suç duyurusu dilekçesinde, “Uğur Mumcu suikastı düzenleyicilerinden yargı karşısına çıkarılamayan, suçun asli failleri ve azmettiricileri ile yürütülen soruşturma ve kovuşturmada ihmali görülen yetkililerin cezalandırılması” istendi.

Suç duyurusuna gelen yanıt, “kovuşturmaya gerek yok”. Kararda saldırıyla ilgili beş kişi hakkında yakalama kararı verilmiş olduğu hatırlatıldı. 18 yıldır arıyorlarmış. “Kamu görevlilerinin soruşturma ve kovuşturmada herhangi bir ihmalleri” ise zaten mümkün değilmiş. Aradan dört yıl geçti, hala firarileri arıyorlar herhalde.
Musa Anter cinayetiyle ilgili dava da 21 yıl sonra açıldı. Davada dört sanık var, sadece biri tutuklu. İddianameye göre cinayetin müsebbibi genç bir korucu. Diyarbakır’dan Ankara’ya kaçırılan davanın son duruşmasında mahkeme, dalga geçer gibi, Yeşil (Mahmut Yıldırım) hakkında yakalama kararı çıkardı.
Hrant Dink davasında da sorumluların nasıl korunduğunu canlı yayında izliyoruz. Son olarak 14 Ekim 2014’te, Adana’da Özgür Gündem ve Azadiya Welat gazetelerinin dağıtımcısı Kadri Bağdu sokak ortasında vurularak öldürüldü. IŞİD’e havale edip kurtuldular sorumluluktan. IŞİD’çiler nerede? Firari.
Memleket firariler cenneti.